Özgürlük İnsanın Kendini Kurmasıdır!
Açık denizlerdir hayat, onu kapalı bir havuz gibi “doldur boşalt” yapamayız. Dev dalgasız da olmaz ve bu dalgalar ürkütür ama onlar sürekli kendini de yener; birbirini tekrarlayan sabahlar gibidir hayat; yumuşak kokuların ve kendine özgü inceliklerin, tebessümlerin damarlardaki yolculuğudur. Onunla uğraşmak, ona şekil vermek, onu hizaya sokmak yerine usulca açılıverseydik ona “dalgalarda yürüyebilecektik” belki de.
Yaşadığımız anı ne çok aceleye getiriyoruz değil mi? Yüzeyde kalıp derini görmezden geldikçe savrulmalara anlam veremiyoruz. Ah o tembel düşünceler, ezber duygular, sararmış ön yargılar ve aşınmış bilgiler zihnimize kopkoyu örtüleri sarıyor. Sırtımızı dayadığımız, içine yattığımız, uyandığımız, sözleştiğimiz ezberler siyatik ağrıları çoğaltıyor. İnsan, illaki yanılacak ondan hayat dinamiktir; bedel ödeyerek ve umudunun omurgasını kırarak öylece öğreniyor, ama öğrendiğinde öğrendiklerini uygulayacak bir gelecek kalmıyor. Bu durumu Murathan Mungan şöyle ifade ediyor; "Ne tuhaf! İnsan içinde yaşadığı anı derinleştirmeyi zamanla yani zaman azaldıkça öğreniyor.”
Elbette" güllük gülistanlık" bir hayat çoğunluk için hiç olmadı, bundan sonra olur mu bilemeyiz? "Güllük gülistanlık" dediğimiz şey belki de varoluşun diyalektiği ile hiç ilgisi olmayan ısmarlama bir tariftir. Görünen o ki gerçek ve hakikat hiçbir zaman bu sipariş beklentiyle yan yana da gelemedi. İnsan kendini hayatın başyapıtı görmekten itina etmediğinden kronik burkulmalardan sıyrılamıyor. Hani Murathan Mungan “Şairin Romanı” kitabında diyor ya, “kendi seçimlerimiz sonucunda olup bitenler rastgele başımıza gelenlerden daha çok sızlatır içimizi…” Onun için insan kendi kendini yakalamalı, kendi masum hikâyesini keşfetmeli.
Elbette değişecek çok şey var, değişiyor da. Ama sorun şu ki değişecek şeyleri değiştirebiliriz, değişmeyecek şeylere sürekli güç denemesi girişimi belleğimizi tahrip ediyor, iyileştirmiyor, inancımızı kırıyor. Ama kötülüğe kötülük diyebiliriz; ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, eşitsizliğe, sömürüye, haksızlığa karşı durabiliriz. Daha sabırlı ve mütevazı olabiliriz, hak yemeden hakkımıza sahip çıkabiliriz, evrensel değerlerle işbirliği içine girebiliriz. Dostaneliği, hoşgörüyü, adil değerleri yansıtabiliriz. Hepimizin daha iyi bir yaşamı hak ettiğini dilden dile, coğrafyadan coğrafyaya koro halinde seslendirebiliriz. Kendi varlığımızı ödünç vermeden şiir dilimiz olabilir, ıslak yanaklarımızı aynı güneş altında kurutabiliriz, toprağın ve iklimin kokusunu paylaşabiliriz.
Düşünün! Nelerden rahatsız olduğumuzu, beklentilerimizi, hastaneden iyi hizmet alamadığımızı, eğitim sistemindeki eksikleri, kamusal haklarımızın gasp edildiğini, nasıl bir dünya istediğimizi veya bilimsel tespitlerimizi konuşmaktan çekiniyoruz. Peki, bunların “alınyazısı” ya da hayatın doğası ne ilgisi var?
Bu dünyada yaşama örülen ağlar, gelenekçi bariyerler, inançsal yanıltmalar ve de yalancı engeller bizzati bir başkasının verdiği karardır.
Çağımızdaki üretici ve kuralsız tüketici anlayış öznelliği nesnelleştirerek ve de her tür ilişkiyi bireyciliğe indirgeyerek bireyi tanımsızlaştırıyor. “Bunun gibi davran, şunun gibi ol, çok çalış ekonomik refaha kavuş, iyi bir vatandaş ol, evini bil, sokakta gülme...” nasihatları kurgulanmıştır, benliğe ve insan dönüşümüne bilinçli müdahaledir. Özetle, “erkek, ataerkil, egemen ve sömürücü anlayış” varlığını sürdürmek/kurmak için uygun insanı(toplumu) inşa ediyor. Kültür, değerler, ekonomi, siyaset, bilim ve teknoloji başkalarınca (üst sınıfça) tanımlanıyor ve hayal gücümüze dikte ediliyor.
Tüm bunların karşısında mücadele içinde olmakta yaşamın gereği; “insan daha özgür bir yaşamı icat etmek, pozitif anlamda kendi yaratıcılığını ve varlığını açığa vurmak sorumluluğunu ensesinde hissetmeli,” diyor Simone De Beauvoir. Ve şöyle uyarır; "özgürleşme sadece ötekinin tarihsel ve toplumsal baskısından kurtulmak olarak tarif edildiğinde negatif bir özgürlük tanımı yapmış oluruz. Özgürlük özgürlüğün önündeki engelleri aşmak değildir, sadece işte yaşanan bir duygu da değildir. İnsanın kendisini kurması, ilişkiler kurması, dünyayı şekillendirmesiyle ilgili bir meseledir, ilişkilerinin ve yaşadığı dünyanın onu yansıtabilmesiyle ortaya çıkar.
Her seçim yaptığımızda bir başkasına itaat etmek zorunda değiliz, tercihlerimizde başkasının esaretinden kurtulmalıyız. “Hayatımızdaki en önemli olayların henüz hiç olmayanlar olduğunu” unutmayalım.
“Yerküreyi aldığımızdan daha iyi hale getirmek zorundayız!”
Marshal Bermann’ın deyimiyle: “Güzel İnsanlar bulunduğu yere tat verirler.”
Yararlanılan Kaynaklar:
Şairin Romanı (Murathan Mungan)
İkinci Cinsiyet (Simone De Beauvoir)
Katı olan Her şey Buharlaşıyor (Marshall Berman)