“İtirazımız, İnsan Türünün Yarısının Aşağılanmasına…”
Ezen ezilen, tahakküm baskı ve sömürü sömürülen ilişki ağından hepimizin payına ne çok düşüyor değil mi? Belki de yerküredeki her savaş, tüm şiddet, açlık, sefalet ve doğa yıkımları bunların marifetidir. İçimizden geldiği gibi, hakkımız olanı olduğu gibi yaşayamıyoruz. İçimizdeki “ben olma” talebi, “kendim olarak” toplumda var olma isteğimiz hep görmezden geliniyor. Adımıza başkalarınca yazılan “yazgıya” itaat etmek dışındaki bir tavsiye önem görmüyor.
Ezen kültürün meşrulaştığı, bir diğerini yabancılaştıran ve hiçleştiren zihniyet küresel boyutta planlanarak sistemleştirildi. Egemen ve iktidar mekanizmaları zorda kaldıkça kimlikler, inançlar, kültürler, coğrafyalar üzerinden sınırlar ve ayrıştırmalar yarattı. İnsan için tanımlanan kalıplar, imgeler hayat akışımızda önemli sonuç haline geldi. Kutsiyetler, tekçi kültürler, sınıflar ve uzun yıllar boyunca oluşturulan görenekler hem parçaladı hem yok saydı hem de alt üst kastları oluşturturdu.
Hiçbir varlık, doğal inanç ya da saf(biyolojik) kimlik var olduğu gibi kalamıyor. İnsan anlam peşinde koşarken kendine, doğaya, değerlere kendi dışındaki anlamları yüklemeyi “başarıyla” gerçekleştirdi. Bugün makine dişlileri gibi işleyen kurulu düzen, düşünce, algılar ve hassasiyetler toplumsal gerçekliğin kendisidir. Bu gerçeklik zaman içinde otoriteye ve iktidarın baskıcı davranışları haline gelirken, davranışlarımızın sınırlarını da belirliyor. Bu sınırlar tehlikelidir, bu sınırlar ayrıştırıcıdır; bu sınırlarda kin, öfke, nefret ve şiddet ile boy atar. Buralardan eşitsiz ilişkiler doğar.
Bir topluma dayatılan ayrışma, kutuplaşma, eşitsizlik ve baskı ilişkileri orada kısıtlı kalmıyor, çabucak başka yaşam alanların da içini oymaktadır. Böylece düzen verme ve düzeni (ataerkil, iktidar, kapitalist sistemi...) koruma gerekliliği ve güçlü hiyerarşik ittifaklar oluşturulmakta. Politik, kültürel ve ekonomik iktidara evirilen bu organizma denetleyici, kontrolcü, psikolojik ve düşsel önlemlerle üst segmentteki varlığını genişletiyor.
Bu düzende dünyadaki çoğunluğun yoksullukla terbiye edilmesi, açlık ve sefaletle boğuşması olağan sayılır. Bu düzende kadınlar ve çocuklar yaşayabilmek için çok daha büyük bedeller ödüyorlar. Çünkü "ister kadın olalım ister erkek olalım doğduğumuz andan itibaren cinsiyetçi düşünce ve kimlikler empoze edilir." Şiddetli bir şekilde cinsiyetçi karakterimiz şekillenir. Kadının bilgi yolları kapatılır. Kadının bağımsızlığına karşı görgü, ahlaki, kutsal ve köktenci motifler örgütlenir. Birçok erdem ve yaratıcı deneyim kadın şahsında boyunduruk altına alınır. Kadın doğasına, statüsüne ve rolüne ilişkin vaazlar icat edilir.
18.yüzyılda erkek egemen anlayışa başkaldıran Mary Wollstonecfart sorar; " akıl denilen armağanı erkek ve kadın paylaşıyorsa erkeği tek yaratıcı olarak belirleyen kimdir? Simon De Beauvoir ise çok sonraları şöyle yanıtlar: “Bu dünya her zaman erkeklere ait olmuştur. Kadınlar adına tüm kuralları erkekler belirlemiştir. Bunun için kadınların yeryüzündeki tüm kuralları red etme hakları vardır." "Kadına dayatılan kimliksizleştirme ve ‘başka’ olma sadece kadını değil, kadın üzerinde iktidar kuranı da düşüreceği,” hatırdan çıkarılmamalı.
"Kadının emeğine, bedenine, yaşamına sahip çıktığı; ve özgürleşme ateşinin yakıldığı umudun yıldönümündeyiz. Elbette bu mücadele belli bir zaman dilimiyle (8 Mart'la) sınırlı kalmadı. O zamandan beri, hatta tarih öncesi (Paleolitik) dönemden beri ayrıcalıkları elinde tutanlara karşı yaşamı özgürleştirme deneyimleri vardı, var da olacak.
Simone De Beauvoir’e göre: "Zaman içinde oluşan bir durum başka bir zamanda bozulabilir." Öyleyse biliyoruz ki tüm bu gerilim ve çelişmelerden ezilenin ve inkâra uğrayanın, yok sayılanın tepkileri de aynı zeminde filizlenir.
Simone De Beauvoir: "İnsanlık doğuran cinsiyete değil öldüren cinsiyete üstünlük tanıdı,” derken; köleliğin başkaca köleliği doğurduğunu, reddedilmeyen haksızlığın başka haksızlıkları meşru kıldığını ve özgürleşmenin ise varoluşa en büyük saygı olduğunu hatırlatır.
"Bizzat baskının kendisi kendi içinde çelişmeler yaratır ve bunlar da karşılığında ezilenlerin kendi yaşam koşullarına karşı yaratıcı bir tepki göstermelerinin yolunu açar," tespitinde bulunan Foucault'u kadının direnişi nasılda doğruluyor değil mi?
Hani Bell Hooks’diyor yaa: “…Amaç, her kim isek özgürce o olabilmemiz, adalete sevgi beslediğimiz yaşamlar sürebilmemiz, barış içinde yaşayabilmemiz için tahakkümü sona erdirmektir.” "Övgüye değer ilk hedef cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bir insan olarak bir karakter elde etmektir," diyor Mary Wollstonecfart.
“İtirazımız insan türünün yarısının aşağılanmasına…”
Birlikte Özgürleşeceğiz.
Yararlanılan Kaynaklar:
İkinci Cinsiyet (Simone De Beauvoir)
Kadın Haklarının Gerekçelenditilmesi (Mary Wollstonecraft)
Feminizm Herkes İçindir (Bell Hooks)
Dünyanın Yarısı Kadın(Yıldız Sağtürk)