İçindeki Hakikate Yumma Gözlerini!

YAYINLAMA: 27 Mart 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 26 Mart 2024 / 10.04

Doğar doğmaz “bizim dünyamız” diyoruz ya, oysa Goethe’den Nietzsche’ye “bizim dünyamıza” bir meydan okuma vardır. “Çünkü hayat ne yazılacak boş bir sayfa ne de tamamlanıp rafa kaldırılacak bir kitaptır, hayat her daim yazılmaktadır.” Bir bilsek, kendimizden habersizce neler öğreniyoruz? Dilimiz, duygularımız, düşlerimiz ve dünyamız olduğu yerde sabitlenmiyor ki!

Aşırı kalabalıklaşmış ve bilgi, bilgelik deformasyonun tavan yaptığı evrende her şey akıp gidiyor. Ve hiç bir ruh, hiçbir fikir ve hiçbir düzen aynı ılıklıkta kalmıyor. Baumun’un, “Akışkan Aşk’ta ifade ettiği gibi: “Bireyselleşmenin aşırı bol olduğu dünyamızda ilişkiler iki ucu keskin kılıç gibidir. Güzel düşler ile kâbus arasında gidip gelirler, birinin ne zaman diğerine dönüşeceği bilinmez.”

Elbette "yaşam duraksamadan bizi değerler oluşturmaya zorlar." Bu değerler, var olmayanla ya da yanlış olanla yüzleşmeyi gerekli kılar. Mesela “kendimize sevinirken” diğeri ile daha çok sevinmeliyiz. Daha fazla sevinmeyi öğrenmeli ki insan, acı vermeyi bilmemeli. Belki de insanın görevi: Sınırları, kimlikleri ve hayatı katılıktan alıkoyup, herkesin özgür gelişim birliğinde olduğu bir dünyanın temel taşlarını parlatmak değil midir?

Farkında mıyız? Seçmek zorunda bırakılıyoruz, zorlanıyoruz; istikrar, denge ve tutarlılık denilen tek düzeci egemen anlayışın normlarına mahkûm ediliyoruz. Sürekli saflarımızı sıklaştırmamız ve tarafımızı belli etmemiz istenir. Kim tarafından mı zorlanıyoruz? Kim tarafından seçmek durumunda mı bırakılıyoruz? Amin Maalouf, bu soruları açıkça yanıtlar: “Kim tarafından mı? Sadece her çeşidinden fanatikler ve yabancı düşmanları değil, sizin ve benim tarafımdan da aramızdaki herkes tarafından…”

Birde ailede, okulda, dernekte, politikada, sahnede, toplumda… belleğimize “amaçlar” dikte ettiriliyor. “Bu amaçlar doğrultusunda;” varlığımızı sürdürebilmek için çabucak toplumun ve kişilerin şekline bürünmemiz dolaylıca emrediliyor. Böylece hislerimiz bazen tek, bazen de topluca katlediliyor. İşte bu amaç bizim uydurduğumuz şey; “yanılgının sularında” düşünmeyi, istemeyi ve hissetmeyi unutturmuştur.

Bu “amaç” bizi hep “başkasından” ayırdı; doğanın tüm birikim ve disiplinlerini birbirine karıştırdı. Gelişim kapasitelerimiz “amaçla” törpüleniyor. Böylelikle sahte ve gerçek iç içe kapanıp fark edilmez oluyor. Benliğimize, duyularımıza, inançlarımıza küçümsemeyi öğretiyor.

Elbette birbirimizle doğal ilke ve işleyişlerde ortaklaşmalıyız, bu bizim güdülerimize pozitif coşkunluk katar. Böylelikle birbirimize yansıyan etki ve tepkilerle yaşamı çoğaltırız. Ama “amaç ve hedef dediğimiz de,” birbirimizden almamız gerekenin önündeki setler sürekli kalınlaşacaktır…

Bu kadar hızlı ve akışkan olan yaşam çizgisinde çoğunlukla kontrolü kaybettiğimizin ve de bitap harap düştüğümüzün bilincinde bile olamıyoruz. “Alacakaranlık edilmiş bir zihin” ve “bulantılı bir kalple” insan nasıl bütüne varsın ki? Tüm bu realitenin ışığıyla hatayı, kusuru, yanlışı ve suçu başkasında ilan etmekten vazgeçmeliyiz. Büyük ufukların olduğunu, barışın ve sömürmeden yaşamın mümkün olduğunu itiraf etmeliyiz.

Öyleyse ilk kez bile olsa kendimize şöyle seslenelim: Durma git, bir buluta bin, dünyaya konulmuş sınırların gerçekte olmadığını göreceksin. İnsanı bölen, bütünü ayrıştıran, insanı coğrafyalara gömen tel örgülerin ve duvarların eridiğini göreceksin. Irkın, ceddin ve vatan denen hapisliğin bendini aş ve çarmıha gerilmekten kurtul. İnsan doğduğu yeri ve koşulları seçmedi ki; böylece insanı alt üst eden tamamen kendi tercihleri olamaz. İnsan kendisine addedilen kimliklere sürekli maruz bırakılır. Üst üste birikmiş kimlikler benliğimize nasır olur. O kimlikler: Toplumun normları, “insan eliyle inşa edilmiş kurallar,” engellenmiş gelecek ve hayatı törpüleyen bilgilerin toplamıdır.

İçindeki hakikate gözlerini yumma ve ona hayatını aç. Şöyle dikine ve uzun uzadıya gökyüzüne bak, parlak güneşi tat ve hadi konuş onunla, o duysun sesini, düşün onunla, üzerinde biriken hayati sırları sinene al, ondaki tüm sıcaklıkla kalbini canlandır. Bu kalp seni diyardan diyara gezdirecek, bu kalp seni Şanghay'dan Kahire'ye, Alpler’den indirip Tesman gelgitleriyle buluşturur. Bu kalp, senin dokunmaya korktuğun katılaşmış kapıları aralayacak...

Unutma yıldız her daim yüzündedir, güneşler gözlerinde birikir. Dokunmazsan onlara, dönersen onların aydınlığına sırtını, yaşam senden uçup gider. Yaşamakta olduğunu anlamazsın bile…

 

Yararlanılan kaynaklar ve alıntılamalar:

Ölümcül Kimlikler (Amin Maalouf)

Akışkan Aşk (Zygmunt Bauman)

Katı Olan Her şey Buharlaşıyor (Marshall Berman)

Böyle Buyurdu Zerdüşt (Nietzsche)

Kum ve Köpük (Halil Cibran)

İçindeki Hakikate Yumma Gözlerini!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *