Kapını Her An Cesur Bir Yaşam Çalabilir!
Tarih, başka bir dünya, başka bir medeniyet ve başka bir uygarlığın mümkün olduğuna ikna olmamız için çabalar. Çünkü o geçmişin tanığı ve aklıdır. Ondandır ki yaşamsal üretimlerimizi, tüketim referanslarını ve yaşamsal ufkumuzu bu köklü değerler üzerinden inşa etmek en iyisi. Tabi ki, tarihsel olguları ve uzak geçmişi görebilme, başka bir yere bakabilme, görülmeyenin ucunu açığa çıkarma belli becerileri, özveri ve pozitif ilgiyi de zorunlu kılıyor.
Elimize tutuşturulan hikâyeleri ve mekanikleşmiş disiplinleri aşıp benliğimizin en derin noktalarında diri duran hakikati devam ettirebiliriz. Bu hakikat, herkes içindir. Bu durumda, "herkes için her şey, bizim için her şey," ilkesine ayak uydurmamız gerekiyor. Rebecca Solnit'in de belirttiği gibi, "Hepimizin tarihi, müşterek hayallerden, dip dalgalarından, dönüm noktalarından, çığır açıcı olaylardan meydana gelir." Elbette ki etkilerin ve nedenselliklerin her zaman orantılı olmadığını biliyoruz. Zaten geleceği gelecek yapanda belirsizliğin cazibesi değil midir? Tarih hiçbir dönemde belirlediğimiz gibi olmamıştır. Ama bize doğru gelen akışa ve fırtınaya göre yelkenimizin yönünü belirlemek ve buralardan kanal açmak elimizdedir.
Asırlardır insanlık karşılaştığı her çelişmede sevinçler duymak adına büyük haberleri beklemiyor mu? Başına gelen en kötü şeye rağmen insan sevinçler duymaya dair umut ilkesini hep ayakta tutmuyor mu? Peki, insanın kırılmadan, incinmeden ve umutları zaman zaman tahrişe uğramadan, "Yeni Bir Dünyaya" adım attığı oldu mu hiç? İşte insanın doğanın ve doğal varlıkların ürettiği hiçbir şey boşuna gitmiyor. Hiçbir etkileşim sönümlenip kül olmuyor; etki ve tepkilerin uzun vadede yaratacağı kalıcı ve geçici zaferleri içinde taşıdığını unutmamak lazım. Yürüttüğümüz hiçbir bireysel ve kolektif iş, ortak direnç ve elzem hale gelen tepkiler aynı yerde miladını tamamlamıyor. O, her zamana kelebek kanatlarıyla fırtınalarını taşıyor.
Hani Simone De Beauvoir' der ya: "Dünya ve yeryüzünde bir değişiklik yapmak isteyenlerin, dünyanın kıyısında durmasıyla bu gerçeklik uyuşmuyor." İşte onun için "oluşumumuza," gelişim, dönüşüm ve kendimize giden çizgide olmak için öz farkındalık şart. Elbette ki bu farkındalık, herkeste kolayca açığa çıkan bir şey değildir; ama hayat gibi değerlidir, belki de bizi biz yapan şeydir.
Biliyoruz, yeniye açılma ve mevcuttan cayma süreçleri çok çetrefillidir. Doğanın kendisinde mevcut olup ve avantaj yaratan olanakların canına okunmasıyla da işimiz daha da karmaşıklaşıyor. Bu yüzden çoğumuz(zamanı) gerileme, duraklama veya rölantiye alma hakkımızı bolca kullanırız. Ama o birikimler, yeri, zamanı ve mevsimi geldiğinde kendini yeşertecektir. Aslında tüm bunlar, "Dünyanın daima inşa halinde olduğunun kanıtı ve de yapılacak işlerin asla son bulmayacağının belirtileridir." Galeano diyor ya: "Ütopya ufukta! Ben iki adım attığımda o iki adım geriliyor. Ben on adım atıyorum o da benden on adım uzaklaşıyor. Ütopya ne için var, bunun için, yürümeniz için var!"
“Dünya hiçbir zaman cennet olmayacağını öğrendik, cennet varılan bir yer değil, o yere götüren yolculuk, seni ona dair umutlarını taze tutan ruhtur.” Çünkü hepimizin bir ruhu var, o ruhun uygun biçimde yaşayacağı formları edinmek lazım. Unutmayalım ki, ruhumuz (öz varlığımız) karamsar, edilgen ve melankoli havalara kapılmışsa, Velasquez'in sözleriyle; "insan ya yanlış bilgilendirilmiştir ya da yanlış eğitilmiştir ya da düpedüz hatalı düşünüyordur.”
“Yok olan aynı zamanda var olandır,” denir. Tıpkı sessizliğin büyüttüğü anlamlar gibi. Evet, bir şeyler bizi yakalayıp yönetiyor, özgür düşünme irademizi yer yer ürkütüyor. Yapabileceklerimizi sınırlıyor. Bizi çaresizliğe ikna etmek için çırpınıyor. Bu durumda tatlı üzüntülerde hissetmiyoruz değil yani. Bu iç tartışmayı hissetmek dayanılmaz kayıplar değildir, yanlış öğretileri düzeltmektir.
Bu gerçekliklerden hareketle, sürekli "su gibi olmalı duygularımız, "Sevecen, duru, hareketli ve en sert dogmaları zayıflatan türden olmalı. Yarattığımız düşünce, yansıttığımız duygu, bilmediğimiz ümit ve birleştiğimiz dinamizm sadece geleceğe dayanmamalı; gerçekleşmek için geleceği beklememeli; "şimdiki zamanda heyecan, coşku ve sevince dönüşen bir güce evirilmeli.”
Unutma zihnimizin ve duygularımızın görüş alanı bu deneyim ve sorgularla büyüyor ve büyüdükçe daha fazla nefes alabiliyoruz. Böylelikle bakışlarımızı gökyüzüne daha çok dikeriz. Çünkü cömertlik gökyüzünde toplaşmış.
Hiç ummadığın bir anda kapını cesur bir yaşam çalabilir. Ya da siyaha karşı hazır kıta kuşanmış bir aydınlık kapında bekliyor olabilir. Yeter ki sen buna hazır ol.
Yararlanılan Kaynaklar:
Güneşe Bakmak (İrvin D. Yalom)
Karanlıktaki Umut (Rebecca Solnit)