Doğruluk Bükülemez; Tıpkı Özgürlük Gibi…

YAYINLAMA: 05 Haziran 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 04 Haziran 2024 / 19.41

Brecht diyor ya, “Yaz bana, neyin eksik! Yaz bana ne yapıyorsun, iyi işlerde var mı? Yaz bana ne düşünüyorsun?” Cevapların nasıl netleşeceğini Brecht’de biz de hala bekliyoruz: Ne diyelim, yüreklerimiz de zihinlerimiz soluksuz koşuşuyor; grimsi iç sisler ufuklarımıza abanmış, itiraf etmeliyiz ki, genel geçerlik her yanı çürütüyor. Hiyerarşik ve tahakkümün yücelttiği dogmatik yargılar; kişisel, toplumsal, politik, entelektüel veya kültürel tercihlerimizi sürekli sorgulatıp, itibar kaybını örgütlüyor.

Hani Sarte diyor ya: “Şu masayı, sokağı, insanları… nasıl gördüğümü anlatmalıyım, çünkü değişen bu. Bu değişmenin alanını ve özünü iyece belirlemeliyim…” Öyle ki bir zaman önce vardığımız kararın bu gün için anlamını yitimi veya olumsuz sonuçları ile yüz yüze getiriliyoruz. Bu durumun reaksiyon şiddeti, kararsızlığı hâkim kılmakta veya ideallerimizi hırpalamaktadır. Kaçınılmaz olarak gerçekleşecek benzeri sosyolojik realiteyi kazanca evirme peşinde olan tahakkümcü düzen ise boş durmuyor; düşünme, algılama, duyumsama, yorumlama ve tüketme süreçlerimize üst perdeden taarruz ediyor.

 “Gündelik hayatımıza dokunan ve onu rehine eden teknolojiden bilime, algıdan bilinçdışıyla yöneltilmeye kadar birçok dışsal etki bizi önüne katıyor. Üretimden tüketime, yaşam tarzından doğaya, soylu yaşamdan insancıllığa ve doğal varlıklarla olan aşkın bağlarımız eritiliyor. Jean Baudrillard, "Batı, özgürlük ve insan hakları koruyucusudur yalnızca, ya da daha doğrusu, hurdalığıdır," derken belki de tasarlanan zihinsel ölümümüze nazikçe başkaca bakış sunuyor.

Gramsci, "eski dünya ölüyor, yeni dünya ufukta görünmüyor ve bu alacakaranlıkta canavarlarını sürüyor," yaklaşımı ile radikal bir çok yanlışın seyrini değiştirme arzumuzu dinamik kılmamıza önem atfediyor. Gramsci'nin bu alacakaranlık dediği, belki de düzensizlik(kaos) aralığı ya da muğlak(belirsiz) geçişlerin aleyhimize büyütüldüğüne işarettir. Gerçekdışını, yalanı, yanılsama ve sahteliği teşhir etmeden madalyonun diğer yüzüyle aldatılıyoruz. İşte tam da burada eskinin yerine birileri canavarlarını sürmeden doğru hayatın pedalına dokunmalı.

Fikret Başkaya'nın tespitine göre, dünya nüfusunun %20’sinden daha azının yaşadığı üç coğrafya dünya kaynaklarının %80'ine el koymuş bulunmaktadır. Kaynakları bu derece ele geçiren ve "kurallı sömürü sistemini" dünya nüfusunun %80'ine dikte ettiren kolektif oligarşiyi yalnızca ekonomik alanla sınırlı bilmek büyük yanılgıdır. Bu sömürü sisteminin devamlılığı için buna uygun bilim, eğitim, inanç, kültür, değer yargıları, tüketim biçimleri inşa ediliyor. Dolayısıyla bireylerin özgün gücü, halkların ve toplulukların öz değerleri ve evrensel temasların tüm savunma sistemleri iflas ettirilirken, insanlığa miras kalan ise sadece hüzün virüsü oluyor.

"Onlarca ilerleme, modernleşme, büyüme ve kalkınma modelli teknolojiler ile harikalar yaratma" propagandası benliğimizi ve ileri görüşlülüğü sümen altı (toz) ediyor. Hele ki artık yaşam çekilmez, dünya karmaşık bir çizgiye çekilmişse ve biz bunu anlamlandıramıyorsak; dünyayı şekilden şekle sokan küresel erkin başatlığını ve baskın güç kaynaklarını doğru tasavvur etmek gerekiyor.

Diğer taraftan dev boyutlu deformasyon şiddeti sarmalındayız. Ruhsal, canlı, özgür ve şüpheci varlığımızın dokusu çoraklaştırılıyor. Özgür yaşam, barışçıl istemler, eşitlik arzuları sınırsızca makaslanıyor. Çok iyi biliyoruz ki, biz bu değiliz. Biz buysak peki insanlık dediğimiz şey nedir ki? Farkındayız ama çoğunluğun “farkında olabilme duyularına” müdahale var; farkındalığın güveni, vizyonu ve almaçları kısıtlanıyor.

Sarte’nin de dediği gibi, “bir şey başlamışsa sona ermek için başlamıştır.” İnsana yüklenen eziyet, eşitsizlik, bıkkınlık, usanç edilgenliğe dönüşebilir, burada yeni tarihin avantajlı (iyileştirici) ışıklarına yol açılabilir. Erk ve iktidara göre şekillenen geleneklerden ve sömürü nesnelliğinden kopuş ve de bu iradeyi çok farklı perdelerde birliğe dönüştürerek sahici hislerin doluştuğu toplumun elleri kolları buluşabilir.

Tüm bu dertleri dert edinenler olmalıyız, derdi kutsallaştırmadan, derdi olanlarla olmalıyız. Hayat bir heves değil bir beceri ve dönüşümdür ve de kendini anlamadır. Bir şeyler feda edilmediğinde tutarlı, umut verici yaşam parkurları oluşmuyor. Diğer taraftan mükemmel denilen aşamaların ve iyi ve de doğru hayatın ufak ufak, sabırla, damlalar halinde geldiğini biliyoruz değil mi?

Dünya her seferinde, sayısız şekilde kahreder, hüsrana uğratır, sinirlendirir, incittir de. Ama dünya yaratıcı gayretlerimizle ve iyileştirici düşüncelerimizle, amansız aptallıklarla çarpışarak, en koyu adaletsizliği ve duygu yıkımını paramparça ederek kötülüğün karşımızda durmayacağı da kanıtlamıştır.

Bir şeyler (karanlık) sona ermek üzere, bir şeyler(sevinçler) başlamak üzere. Bu başlangıçların gerçek başlangıçlar olması gerekiyor.

Hiçbir şey geriye sarmaz. Dünyanın içine atılmış doğruluk geriye sarmaz, doğruluk bükülemez; tıpkı özgürlük gibi…

 

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Kötülüğün Şeffaflığı (Jean Baudrillard)

Aşk Dersleri (Alain De Botton)

Bulantı (J. Paul Sartre)

Bir Başka Uygarlık İçin Manifesto (Fikret Başkaya)

Doğruluk Bükülemez; Tıpkı Özgürlük Gibi…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *