Aklında Öğretilenden Başka Bir Şey Yok…

YAYINLAMA: 20 Eylül 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 19 Eylül 2024 / 15.12

 “Cümle âlemi” aynı hizaya sokacağını sandın. Herkesi kendin gibi yapmak istedin. Senin aklında öğretilenden başka bir şey olmadı. Kendin gibi olmayana hoşgörüde çok yoksulsun. Sen Sokrates’i öldürenlerin geleneğine bayılıyorsun, çünkü yaşamak nedir bilmiyorsun. Bilenleri hep bozgunculuk, ahlak dışılıkla suçladın, durmadan suç tarifleri ürettin.  Sevgi, mutluluk; onu bir türlü dert etmedin. Bu yüzden insanda yeşeren tebessümleri koparıyorsun. Kimse sana eleştiri yapmıyor. Etrafındakiler, sana “doğrusun ya da yanlışsın” diyemiyor. Kibrin “yaşa veya kahrol” bağrışlarına hayranlık beslerken: İyi yüreklileri duymazdan, görmezden geliyorsun.

Korktuğun için kötüsün. Yalansıza, açık olana ve şeffaf olana tahammül edemiyorsun. Mutluluk sana cinayet gibi geliyor.  Başkalarının bilgisini, emeğini, hakkını ve üretenin birikimlerini kullanıyorsun. Sen halkın bir üyesi olabilirsin ama sorumluluk almak sana dokunuyor. Değişmekten ödün kopuyor. Yeniden yeniden değişmeyenin, nihayetinde sonunun esaret olacağını unutuyorsun. Zorbaya zorba diyemiyorsun; aksini düşünsen bile, “dünyanın” işlediği suça suç diyemiyorsun.

Daha bitmedi. Dinle! Dünyayı birilerine peşkeş çekmeyi kutsal görev sanıyorsun. Kepçe kepçe hak yiyorsun. Âlimleşmek yerine zalimleşiyorsun. Gözlerini kin bürümüş, zorbalıktan kazanç umuyorsun. Oysa bilmiyorsun, tarih tüm acımasızların yüzünü kızarttı, onları gaddar ilan etti ve her çağda onları ıslığa boğdu. Kendi ellerinle kendine ördüğün kalelerin ıssızlığında tedirgin ve yalnızlığınla çarpışıyorsun. İşte kendinle dalaşında, “ben bir hiç miyim, belki de ben her şeyim” ikilemiyle kendini yiyip bitiriyorsun.

Hayallerinde bilgi, müzik ve sanat filizlenmiyor. Ağacın yeryüzüne yazdığı şiirlerden bihabersin. “Güzelliğinin şarkısının çölde bile dinleyici bulduğuna” seni ikna edemem.  “Güzellikleri keşfetmek için yaşıyoruz,”[1] dediğimizde pılını pırtını toplayıp sıvışırsın. Şairin mısralarındaki aşka da düşmansın. Baharın, kışta da kalpleri neşelendirmesine burun kıvırırsın. Sen, sana gösterilen pencerenin ötesindeki ışıltıya yabancısın. Gündüz güneşin, gece yıldızların altında özgürlüğü bir kez bile duyumsamadın. Çünkü sayılar, rakamlar ve büyük hesaplar tapınağın olmuş. Ağustosböceği şarkılarının, karınca çalışkanlığından daha üstün olabileceğini düşünmedin. Çünkü hayatın ses tonu içinde hiç yükselmedi.

Kalbinde volkanları büyütmüşsün. “Irkının, benliğin, inancının, vatanın” ilerisine gidemediğin için, birlikte güleceğin ve yan yana ağlayacağın Candaşların hiç olmadı. “Bir bulutun üstüne otursaydın ne ülkeleri ne de çiftlikleri birbirinden ayıran sınır çizgilerini görürdün. Bir bulutun üstüne oturmaman ne kadar acı”[2] Bir elinle savaşın asaletini, diğer elinle barışın kabahatini gelen gidene fısıldıyorsun. Sana ya da bir başkasına zararı dokunmayan komşunu sevmeyi denemedin. Korkarım seninle aynı görüşte asla olmayacağız.

Hep kolayı seçtin, zihnine en katı maskeleri takıp kör, sağır ve dilsiz olmayı seçtin. Çocuklar ölürken, kadınlar katledilirken, ormanlar yakılırken kalbin hiç kanamadı. Açlık çekeni ve susuzluktan düşeni, evinden ve toprağından edileni, sınırlarda dikene takılanı, bedeni kıyılara vuranı hiç kendinden saymadın. Sana yalan söylemek istemiyorum: Çocuklar evlerinden sökülüp alınırken milyonlarca insan gibi korkaktın.

  “Ateşe su taşıyan karınca kadar olamadın.”  Şöhretin, şanın, makamın, servetin peşinde koşup mutsuzluğu ördüğünü, kederi büyüttüğünü, düşleri aldattığının farkında bile değilsin. Senin yerinde olsam dünyanın tüm kabahatlerini önce kendimde arardım. Ama biliyorum parmağını kötünün çizgisinden iyinin çizgisine götürmeye hiç istekli değilsin. “Korktuğun için bağırıyorsun, müthiş korktuğun için” [3]  

Sen, güzelliği çirkin yapıyorsun ama dünya bir gün düzelecek. Güneşin altında hala karanlığı yaşıyorsun. Vermeye değil hep almaya alıştırılmışsın. Sık sık, “veririm ama sadece hak edenlere, diyorsun. [4] Herkesi kendine mecbur etme çabasındasın. Bağışla ama neyi kime veriyorsun? Dünya senin ne meran, ne bağın, ne ağacın, ne de fabrikan.  Sömürmeyi, işkembeye indirmeyi sessiz sedasız terk edeceksin.

Zindan kapınıza vurulan prangaları altın bilezik zannedip “zehirli seçiminizde” inliyorsunuz. Birisi özgeçmişinizi yazsa, bütün tarihiniz yaşamın mezarlığı olur. Siz ölülerin, biz yaşayanlar için açtıkları mezarlara gömülmeyeceğiz. “Yani siz kumdan kaleler yaparken okyanustan daha fazla kum geliyor.” [5]  Okyanusun hayat gibi,  koyduğunuz yasa ve kuralların ise kumdan kaleler gibi olduğunu birlikte göreceğiz.

“Dünün b günün anısından; yarının da bugünün hayalinden ibaret olduğunu,” öğrendik. [6] Etrafınıza bakın çocukların oynadığını göreceksiniz. Çiçeklerin ise içinden gülümsediğini ve ağaçların arasından sevinçlerin el salladığını göreceksiniz. Bin yıl inkâr etseniz bile, içimizde yatan baharlar küskün değil, tüm gücümüzle kahkahalara hazırlanıyoruz.

Bilmiyorsun ki, biz gökyüzüne başka bir kule inşa ediyoruz: Daha zengin bir kalple, sanattan doğaya, barıştan özgürlüğe, dostluktan sevgiye sonsuzluk kuleleri inşa ediyoruz.

“İşte böyle Küçük Adam!”

Barış içinden karşı tarafa baktığında tüm dünyayı ayaklar altına alan yıkımların anlamsızlığını göreceksin.

 

 

Yararlanılan Kaynaklar ve Alıntılamalar:

Mecburiyet (Stefan Zweig)

Ermiş (Halil Cibran [4], [6])

Kum ve Köpük (Halil Cibran [1], [2], [5] )

Dinle, Küçük Adam (Wilhelm Reich [3])

Aklında Öğretilenden Başka Bir Şey Yok…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *