Aydınlığı Sevinci Kaçırıyoruz İşte!

YAYINLAMA: 29 Ekim 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 28 Ekim 2024 / 16.43

Hareket eden bir bedenimiz var ama canlı düşünce ve enerjik duygulara da sahibiz. Doğamız hiçte aynı miktarda ve aynı standartta kalmıyor. Bu özellik bir otoritenin eline geçtiğinde olumsuzu, doğamızla buluştuğunda ise öz gücü uyandırıyor. Durmaksızın dışsal etkileşimde bulunmaktan, dışarının emirlerini sorgusuzca uygulamaktan olacak ki neyin ne olduğunu kaçırıyoruz. Ormanı, selleri, suları, maviyi, aydınlığı o kadar kaçırıyoruz ki, sevinci kaçırıyoruz işte…

 Hislerden, deneyimlerden, sevmenin düzeninden uzaklaştıkça “sistematik mantığa” yöneliyor; kanun ve hükümleri hazırol’da bekliyor, kutsallığa itaate odaklanıyoruz. Elbette hayal kurmamıza engel olunmuyor ama fikir veyahut tepkilerimizi, ilgilerimizi açığa vurma irademiz suspus ediliyor.

İçimizde filizlenen hayatı öne çıkarmada çoğunlukla yeterli olamıyoruz. Bu yüzden doğal akıştan hemencecik uzaklaşıyoruz. Doğru seviyede, doğru zamanda düşünme gücümüzü yüceltmek gittikçe zorlaşıyor. Algı bombardımanı altındayız. Modern dünya, “algı virüsü” ile ilerliyor: İlgili ve duyarlı hücrelerimizi yoksullaştırıyor. Algının olduğu yerde kendimiz olamıyoruz; acı, yokluk, eksik kalma ve çoğunlukla da kendinden kopuş söz konusu. Algı yönetimi, toplumların düşlerini kolaylıkla savurabiliyor; toplumsal her bileşeni tek potada eritebiliyor.

Her coğrafyanın kendine özgü karakteri vardır. İnsanın, toplumların en etkili yanı karakteri ile doğru orantılıdır. Karakterimize birinci saniyeden itibaren tek düzenek(öğreti) enjekte ediliyor. Onun için hayatı baştan yaratamıyoruz. Benliğimiz şekillendirildiğinden olacak ki devasa yanılgı içindeyiz. “İnsanların büyük bir kısmı zevk aracılığıyla hataya cezbettiriliyor. Ve bu gerçekten iyi olmasa da iyiymiş gibi görülüyor. Bu yüzden insanlar gelişi güzel zevk veren ne varsa onu iyi addediyor,” [1] Sığınaklarda konforlu olduğumuza ikna oluyoruz.

Kısaca hep bir sınava tabi tutuluyoruz. Bu sınav asillik ve güzellik üreten adil doğanın sınavı değil. Tabi tutulduğumuz sınav korku, panik, güvensizlik ve kaygıya kapılmamızdan başka bir sonuç taşımıyor. Bu sınavı geçebilme derdiyle yeryüzündeki kötümserliğin, uzlaşmazlığın ve sinikliğin parçası oluyoruz. İşte böylece zihinlere, ruhlarımıza amaçsız alışkanlıklar profesyonelce yerleşebiliyor. Peki biz bunları neden engellemiyoruz diye sorarsak. Aristoteles şöyle yanıtlar: “Yeryüzünün tüm hayati süreçleri kademeli olarak ve hayatımızın uzunluğu ile kıyaslandığında muazzam zaman zarflarında meydana gelir ki. Öyle bu değişimler gözle görülmez ve en başından sonuna kadar bu süreçte sayısız halk çürüyüp yok olmuştur.” Yani “anlı şanlı ırkımızla, kutsal inancımızla, cinsiyet üstünlüğüyle, savaşçı kanımızla” doğmuyoruz aslında.

Yine varlıksal doğası gereği insanlar, tüm değişim ve müdahalelere karşı direnir. Ancak sistemler, politik ortamlar, inançlar, yasalar, yetkililer, gelenekler insanları düzene sokma adına yapılandırılmıştır. Oysa iyi olmanın anlamı, her koşulda iyi olmak değil miydi? Mesela Antik Yunan, insanı karanlığından çıkartıp ne güzel özgürleştirmişti değil mi? Bu özgürlük sayesinde bilim, sanat, şiir, felsefe, saygınlık, eşitlik değerleri yücelmişti. Bu sayede özgür, özgün, üretken, dönüştürücü fikirler yeryüzünü etkilemişti değil mi?

İnsan aklı ve kalbine her gün defalarca müdahale ediliyor. Bu bir istisna değil! Sınıfların, eşitsizliğin, sömürünün oluştuğu yerkürede; şiddet, savaş, çocuk ölümleri ve doğa katliamının yaşandığı çağda genel geçer bir kural halini almıştır. Her gün varoluşumuzun temelini oluşturan koşullar; hürriyet, doğallıklar, arzu ve umut son derece küçültülüyor ya da önemsizleştiriliyor. Peki, hürriyet nedir ki? “İnsan kendisine, herhangi bir dışsal irade, kutsal varlık, insan, toplum, birey tarafından aşılandığı için itaat etmektense; kendisi doğal kanunları kanun olarak kabul edip bu yüzden onlara itaat ediyorsa hürdür.” [2] İnsan hür değilse,  başkalarının planladığı ve amaçladığı biridir.

Ölümün kesin olduğu bu dünyada nasıl yaşamalı; neden mutluluk bir hayal olarak kalıyor ki? Neden yalınlık, sadelik, iyimserlik, mütevazılık dışlanıyor ki?  Elbette insanın kötülük ve hatalarla dolu dünyada iyi olabilecek, doğruyu seçebilecek kabiliyete sahip olması gerekiyor. Onun için düşünmeyi var etmeliyiz, duyumsamayı yüceltmeliyiz. Çünkü, “her ne düşünüyorsak onu var ediyoruz.” [3] Hayatımız düşüncelerimizin bir sonucu değil mi?

Bir başkasının bizi aptallaştırmasına, bizi kendi köleci amacına uygun işlemesine karşı eleştirel ve de sorgulayıcı olmalıyız. Bilinen insanlık tarihi ve gelişiminin, “yanlışa isyanla,” bilimle ve evrensel tecrübelerin birikimleriyle başlayıp ilerlediği unutulmamalı. İnsan aklını, yüreğini ve vicdanını durmadan kullanmalıdır, bunlar kullanıldıkça ışıldar.

Çağımızda kalabalıklarla, toplumlarla, kültürlerle, ideolojiler, farklı inançlar ve sosyo-ekonomik etkilerle iç içeyiz artık. Bu yüzden her şey küreselleşti. Ahlak da erdem de asalet de kültürsüzlük de adaletsizlik de hukuksuzluk ve eşitsizlik de yanı başımızda. Tüm bunlar evimizin içinde cirit atıyor.  Kimi az, kimi çok haksız bir şekilde yaşamımızı, zamanımızı, gündemimizi işgal ediyor. Ne pahasına olursa olsun önümüze sürülen ayrımcılık, umutsuzluk ve hissizlikten yakamızı kurtarmalıyız.

İnsan, “Ben iyiysem diğeri kötü, diğeri iyiyse o zaman ben kötüyüm,” yargısını terk etmeli. İyi için illaki bir kötü yaratmak zorunda değiliz.

Hep birlikte eşit, özgür ve hep birlikte mutlu, iyi olabiliriz…

 

Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Aforizmalar (Aristoteles [1])

Tanrı ve Devlet (Mihail Bakunin [2])

Mutlu Bir Hayat Çok az Şeye Bağlıdır (Marcus Aurelius [3])

Aydınlığı Sevinci Kaçırıyoruz İşte!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *