Her hamlesi ezberletilmiş hayatı tekrar ediyoruz…

YAYINLAMA: 18 Aralık 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 17 Aralık 2024 / 12.51

"Pek az kimse kendi yazgısını tanıma fırsatı yakalar; yazgımızı kimin tasarladığını çok azımız fark eder, o hakikatle çok azımız yüzleşmek ister.  Böylece pek azımız düşlerini yaşar." [1] Kendimizden koptukça başkasını kendimiz zannederiz. Elbette ki yan yana durup birbirinden etkilenmemek mümkün değil.  Felsefe bilimi de her paragrafında böyle demiyor mu? Ancak her etkilenme ilerleme değildir. Mesela, “Modern İnsanın” gerçekleştirdiği her türden eylemliliğin, yaydığı anlayışın, çoğalttığı tüketimin özgürlükleri bir adım öteye ilerletmemesi ne büyük kayıp! Belki de kendimize ait olmayan; dıştan aşılanan ve dokularımıza abanan pençeleri kendi yüzümüz olarak benimsemek birey olmanın, bağımsızlaşmanın önündeki en katı bariyerdir.

İnsanın kendini ihmal etmesi, ruhunu ve öz gelişimini ötelemesi umduğu sonuçlarla mesafesini çoğaltır. Elbette kendimizi toplumdan ayrıştırmaktan veya sadece bireyselleşmeden bahsetmiyoruz. Sürü psikolojisi dediğimiz uyumun veya anonimsel bakış açılarının ebediyen nesnel doğru olamayacağına vurgudur. "Halk ve toplum karşısında kendi gereksinim ve vicdanının gösterdiği doğrultuda davranabilir herkes; ancak, bu konuda harcayacağı çaba kendini, kendi ruhunu ihmal etmesi durumunda hiçbir anlam taşımayacaktır. [2] Toplumun şaşmaz kural olarak belirlediği normlar ve “topluca aktarılan bilgi, alışkanlık, teoriler” dünyanın sorunlarını çözmede yeterli olmuyor. Düzen dışılık, çağın dogmaları, hukuksuzluk felaketleri ve insanın gırtlağını sıkan ayrıştırmalar üstümüze başımıza dökülüp alev alıyor, pek çok güvenli limanı yakıp, yıkıyor işte.

Herman Hesse’nin anlattığı gibi; “şoven ateşin harlandığı dönemde aileler çocuklarını barışçıl kitaplardan, yaşatıcı şiirden, sanattan ve bilimden koruyacaklarını haykırırken; dünyanın birçok coğrafyasını yerle bir eden ve silahsız insanların kan seli içinde felaketlere maruz kalmasına dayanak oluyorlardı. İnsanı ve doğayı uçuruma sürükleyen savaş, işgal ve yıkıcı politikalardan çocuklarını alıkoymuyorlardı.” İşte şan, şöhret, şövenizm, egemenlik ve üstünlük hırsları merakımızı, içtenliği, objektifliği ve samimiyeti köreltiyor.

“Yoksullaşan insan, düşünemez duruma getirilmiştir,” diyor bir düşünür. Yeni birileri zengin olacaksa emek, duygu ve zihin sömürüsü emin adımlarla ilerler. Böylece savaş, yıkım, şiddet yeniden kapımızı her an çalar. George Orwell, bize yazılan “Tehlikeli Oyunları” şöyle hatırlatıyor: “Kölece çalışan ve emeğini almayan halklar, dünya mevcut yapısının ve geleneksel varlığının sürmesine ve hatta savaşların temposunun hız kazanmasına ön ayak oluyor.” Yani insanların yargıları, algıları, fikir ve duyarlılıkları bağımsızlaşmadıkça; düşüncede, zihinde, duyguda, üretimdeki esaret kırılmıyor.

Rahatımıza kıymayıp, o kadar çok şeyin canına kıyıyoruz ki, adım başı bizi bekleyene sırtımızı dönüyoruz. Her hamlesi ezberletilmiş hayatı tekrar ediyoruz. Bu hayat olmaması gerekenlerle dolu. “Olmaması gerekene” boyun eğdikçe, hayatın kendisi ve tarihi gözümüzün önünden kaçıp gidiyor işte. Sonrası ıssızlıkta sızlanmak, şuursuzca bağırıp çağırmak, boş sokak naraları öfkeyi olması gereken yere taşırmıyor; değiştirmiyor, dönüştürmüyor, iyileştirmiyor.

George Orwell diyor ya, "itiraf ihanet değildir." Hayatımızı yeniliğe, gerekliliğe, yararlılığa, duyguya, sevgiye kapalı tutmak ihanet değil mi? Yalnızca öğretileni algılamak; sevinç ve mutluluğa suçlayıcı bakmak; eşitliği, barışçılığı teğet geçmek ihanet olmuyor mu? İtiraf edelim: Kendi tohumuyla yeşerip boy atmalı düşler. Elbette düşlerimizi kurarken bazılarında yanılacağız, etkisiz kalacağız kimi zaman, yetersiz girişimler ve zorluklar olacak; ama öbür uçta doğru yaşamın kendisiyle ilişkileneceğiz.

Dünya, doğru olanla doğru olmayandan oluşur. Ama doğru ile doğru olmayan o kadar birbirine çok benzetilmiş ki; her yerde, her yörede, her kıyıda aralarındaki farkı ayırt etme olanakları alt üst edilmiş. Düzmece algılardan çıkalım. Binlerce yıldır dayatılanın hep aynı düzen olduğunu bilelim. Ve bunun yaratığı hiyerarşinin umarsızlık ve aşağılamalarla dolu olduğunu, bilinçliliği ezdiğini tarihsel tablodan hissedelim. "Bizim bilme çabamız elbette ki yanılgılarla da iç içe olacak. Öyleyse bilme çabamızın yanılabilirliğini akıldan çıkarmadan daha az yanılgılı arayışları sürdürmede kararlı olmalıyız."[3]

“Gereği gibi katlanmasını bilmek, tümüyle yaşamasını bilmektir. Doğmak katlanmaktır, büyümek katlanmaktır! Tohum toprağa katlanır, bitki yağmura, tomurcuk çatlamaya.”[4] Yeryüzü bizim, dünya hepimizin. Dört bir yanda açmak için uygun mevsimi bekleyen çiçek hepimizin.  Artık hiçbir şeyin canına kıymadan yaşanabilecek bir dünyanın varlığından üç yüz altmış meridyeni haberdar etmeliyiz.

 Evren; özgürlük olmadan, eşitsizlik, bilim dışılık ve sınıfsallık üzerinden planlanıyor. İnsanlık ise binlerce yıldır bu zorbalığın, otoritenin, haksızlığın ve ağır işlerin olmadığı yaşamı hazır hale getirmekten ve yeryüzünü bir cennet gibi düşlemekten kaçınmamıştır.

Şu güzelim dünyada, iyimser bir meşe ağacının altında uyumak, ya da uzun bir kavak ağacın gölgesinde serinlemek, uzun uzadıya sınır tanımayan çimenlerde hayatı hissetmek ve içselleştirmek hakkımızdır.

Kapıları sonuna kadar ışığa açmak zorundayız. Kendi başımıza bir ışık değiliz ama aydınlığın kendisiyle hareket ederek; gecenin koynundaki yumuşak başlı barışı, inci taneli adaleti, düşlenen sesleri işitebiliriz. Hala iyi bir dünya için yol alanların çabaları karanlıkta ışık oluyor işte.

“İyi kalmanın, doğru kalmanın, umutlu kalmanın gücüne inanıyorsak hala yenilmedik demek.” [5]

 

 


Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Öldürmeyeceksin (Hermann Hesse, [1,2,4])

Naturans (Çetin Balanuye, [3])

1984 (George Orwell, [5])

 

Her hamlesi ezberletilmiş hayatı tekrar ediyoruz…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *