Sessizlik güvenlikli değildir, normal da değildir!

YAYINLAMA: 25 Aralık 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 24 Aralık 2024 / 13.12

Yakınımızda olup bitene derin ilgisizlik “özellikle” öğretiliyor. O vesileyle, kendimize yapılan haksızlıklara da boş vermişlik duygusu işleniyor. Aldırmazlık, yerkürenin en ücra damarına ekiliyor ve her halkın beynine sinmiş durumda. Küresel ısınma, su krizleri, ekolojik tahribat, dünya kaynaklarının suiistimali, üretilen açlık ve sefalet, işgaller, katliamlar, zorbalık modern usullerle kült hale getirilmiş. Bütün bu kusurları göz ardı edince veya göz önündekini görmezden gelince acılar ağrılı hal alıyor. Ve uğruna yanıp tutuştuğumuz hayat sancılanıyor. Yeryüzüne reva görülen bu felaketler, hayatı ve insanlığı iyi bir şeye evirmiyor. Yaşama olan sevgiyi sakatlıyor.

Tüm bireylerin, her grup ve her toplumun yıkıcılıkta bir şekliyle pay sahibi olduğu su götürmez bir gerçek. Böylece hayatları çok kısaltıyoruz, çok küçültüyoruz, onu en mikro düzeye indirgeyerek hiçliğe sarılıyoruz. Bu işin doğasının da öğretilenle sınırlı olduğuna ikna ediliyoruz. Böylelikle hayatı ilerleten ve yerli yerine oturtan motivasyonları, umutları törpülüyoruz. Oysa hayat uzun süren ve kar topu misali katlanarak çoğalan keşif değil miydi?  Hükümran süreçlerle fiilen ve fikren ortaklaşırken acaba kendimize karşı bir zulüm tezgâhı icat etmiş olmuyor muyuz?

“Yüce emirlere” koşulsuz itaat etmekten ve kendimizi her emrin sözcüsü olmaktan kurtarmalıyız. “Biz iyileşmekte ısrarcı olanlar,” kötü gidişatın nedenlerini manipüle etmeden; yararlı, zararlı, iyi, kötü, güvenli, güvensiz, akıldışı tüm parçaları bilindik kılmakla sorumluyuz. Unutulmasın ki, doğru yerde ve doğru zamanlama ile çaba sarf edildiğinde, “en zararlı insan bile yararlı varlığa dönüşebilir.” Hepimiz yaşamayı hak ediyoruz, yaşamaya değer deneyimlere güven duymalıyız. Buradan aldığımız dersler, “kötülük süren sabanların bıçağını köreltir.”[1]

Fransız Quetelet, bize suçların toplum tarafından hazırlandığını hatırlatır. Ona göre, bizler planlanmış senaryonun tüm kötülüklerini yayan araçlara dönüşebiliriz. Örneğin mülkiyetçiliği, bireyciliği, sömürüyü, ayrımı, görülmesi gerekeni görmek ve görülmemesi gerekeni görmemeyi öğrenecek şekilde eğitiliriz. Yani yozlaşarak hayata atlıyoruz. Yozlaşmanın yarattığı eskilik, donukluk, akıl bağımlılığı gerçeklikten kopararak ikinci derecedeki kişiliği besliyor.

Eğer henüz kodlarımıza, cinsimize, ırkımıza, inancıma tutsak hale gelmemişsek; değişim ve dönüşüm isteğimiz hamleler yapar. Öldürene, yıkana, yakana, sefaleti çoğaltana karşı durma içgüdümüz devreye girer.  Ve doğrultumuzu temiz vicdana, çürütülmeyene zorlar. Yaşam için elzem olan ne varsa (sevgi, sempati, kolektivizm, dayanışma, objektiflik, özgür düşünce, eşitlik bilinci, hür irade), onun olgunlaşma süreçleri önündeki engelleri umursamadan ateşlenir.

Nietzsche, bu durumumuza şöyle bir açıklık getirir: "Zaman zaman gücümüz bizi öyle uzağa, ileriye doğru sürükler ki zayıflığımıza tahammül edemez, ondan kurtulmak isteriz."  Böylece kulaklarımıza fısıldanarak zihnimize işleyen tutucu örtüleri fırlatırız. Sokrates, Hyptia, Pisagor, Galileo, Bruno canları pahasına içindeki zayıflığa tepki koydu; hayatın, bilginin ve doğrunun hacmine katkı sundular. Bu bilgeler, daha yüksekteki dünyaya ulaşmak için, daha yücelere uçmak için ve insanlığı birbirine yaklaştırmak için kendilerine ağırlık yapan tüm zihinsel ödemleri kuruttular. Değersiz ve sevimsiz algılardan vazgeçtiler. Onların öğrendiği hayat; özveri ve göze almaktı, kıldan ince patikaları geçmekti. Ve en önemlisi korkuya yenilmeden, kibir duymadan üzerlerine düşeni yapmaktı.

Elbette düz, doğrusal, kayıpsız öğrenme olmuyor. “Hayat hep hatalar yüzünden ilerler.”[2] Kim ki bunu kabullenmezse bilime, kemale,  olgunluğa varamaz. İyiliğin, hakkaniyetin ve bilgeliğin önemine dair istenç ve zahmet olmasaydı hiçbir ilişki öz anlamını üretemezdi. Mesela barış, özgürlük, bilgi, mutluluk, erdem, sevgi veya doğal normlar; şeffaf, saygın ve samimi yaratılışın yeşermesine olanak tanır. Spinoza'yı düşündüğümüzde belki de şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: Ne olursa olsun iyinin, hakikatin, saf olanın; sevgi ile aşkla durulananın sevildiği düşüncesi bizi isteklendirir.

İster politik ister ekonomik, ister kültürel, ister düşünsel, ister duygusal olsun; tüm ilgi, duyarlılık ve ilişkilerimiz mevcudun peşine düşüp kakılmaktan ve o koşulları benimsemekten kurtarılmalı. “Hali hazırdaki mevcut anlayış,” egemen gücün büyük sopası ve de uygun gördükleridir.

Gerçek içgüdülerimizin ifadesi olan özgünlüğümüze yüzümüzü dönmeliyiz.
Böylelikle “genel kurala” bakarak kendimizle hayatın bağlarını ve diyaloglarını nasıl yapılandırdığımızı irdeleyebiliriz. Genel kural şuydu; "değişmek gereksinimi duyanlar değiştirilebilir."[3]

Tüm insanlar suçsuz doğarlar! Oysa bilmediğine, görmediğine düşman kesiliyoruz. İnsanı paçavraya çevirmekten vazgeçelim ki, özgürce nefes alınsın ve barışmaktan çekinilmesin. O koyu gözlüklerden kurtulalım ki, gözümüze saplanan kötüyü fark edelim. İnsan kendi ruhunu duydukça yeryüzünün acılarını, hüznünü, kederini ve zulmü hissedebilir.

Hayatı ne kadar doğru anlarsak, o kadar çok emek veririz, o derece hayatı çok severiz. Böylece en iyi olduğumuz şeye zarar vermekten kaçarız. Hoş ve ince tonları, estetik ve anlam katan güdülere yabancılaşmayız.

Başkasının mutsuzluğuyla mutlu olma arayışlarını bırakmalıyız. Başkasına yaratılan her sıkıntı, içimize yuvalanacak büyük gamın kendisidir. Duymaya, sevmeye anlamaya, fedakârlık yapmaya, nefretten arınmaya, gözlerimizi açarak doğru olanı arzulamaya ihtiyacımız var.

İnsanın neşelenmeye ve umutlanmaya, duruluk ve sakinliğin iyileştirici katkısına ihtiyacı var. İyilik dünyasına girmenin yarattığı her tür yüksek duygu güven tazeler; açık yüreklik ve büyük düşünüşü başlatır.

Sessizlik güvenlikli değildir, normal da değildir, bilinmeyen ölümdür.

 

Yararlanılan kaynak ve alıntılamalar:

Bilim ve Felsefe (Nietzshe-[1,2

Tanrı ve Devlet (Mihail Bakunin-[3

Sessizlik güvenlikli değildir, normal da değildir!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *