Değişmek değiştirmek mümkün…

YAYINLAMA: 16 Nisan 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 15 Nisan 2025 / 16.37

Olanaklar sunulduğunda ve doğası gereği canlı varlık türleri arasında gelişmeye en elverişli canlı insandır. İnsanın gelişim, değişim ve dönüşümü elbette çokça inişli çıkışlıdır. Belli zorluk aşamalarını sınamayınca bilme ve olgunlaşma gerçekleşmiyor.  Biliyoruz ki, doğanın değişmez yasaları ve doğanın her canlıya yüklediği sorumluluklar ve de sınırlar dışlanarak “başka bir varlık” olunamaz. İnsanın doğduğu ortamda veya etkileşimde bulunduğu yerde ilk uyarılarını aldığını artık biliyoruz. Duyularımız tabiatın en mikro parçasının neminden payını alır. Beynimiz ve kalbimiz toplumun bilgi, ilgi, gelenek, tercih ve kalıntılarının bir başka versiyonudur.

İnsanın türlü yanlarını biçimlendiren; ona anlamlar yükleyen; bedenini, benliğini ve duygu kanallarını gidişata uygun hale sokan konumlandığı çevresidir. “İnsan kendi bütünlüğü içinde üretim-tüketim varlığı olduğundan” [1] bağlandığı ideal, etkilendiği fikir, algıladığı ve tepki verdiği biçimler onu tüketici ya da üretici yapar.  Oysa özgün düşünen, durmadan sorgulayan, şüphe edenler ancak evrensel ya da uygarlık dediğimiz birikimlere katkı yapabilir. Üzücü olan ise benimsenmiş gizli baskılardan (gelenek, görenek, inanç…) kendini azade edenlerin oldukça azlığıdır. İnsan baskın birikimlerin toplamıdır.

Yanlış doğru, iyi kötü, yararlı ya da zararlılık bilinci bir günde doğmamıştır. Her şeyin bir evveliyatı vardır. Her düşüncenin, ilginin, sevgilerin, şiddet ve öfkenin bir öncesi vardır. “Düşünen insanın, içinde bulunduğu ortamı aşması durumunda bile salt yeni, özlü olduğu ileri sürülemez. Yaşama ortamı ona kendinden önce gelenlerin sayısız özsuyunu içirmiş, kanına karışmıştır. İnsan bu ortamda bir düşünce varlığıdır, kendi kendisiyle sınırlıdır.” [2] Var olanla yeniden var olunur. Var olanın kanatları üzerinde nesneler, bilinenler, derinlik ya da bilgiler zamanda ileriler. Evet, her şeyin bir eskisi ama eskiyeni de vardır. Dogmanın da doğrunun da bir alt kökeni (bitişi de) vardır. Esas olan ortam ve koşulları iyi anlamak, tüm ilişkileri kavramak, bağlılıkları ve sorumlulukları analiz edip, üretken bir hat çizmektir. Yani özgürleştirici ve dönüştürücü ilmikler ata ata ilerlemek hedef olmalı.

Madem ki üretim- tüketim koşullarıyla var edilen insanın soy kütüğünden bahsediyoruz. Madem ki insanın ortam ve ortamın kurallarına etki yapan tarihinden bahsediyoruz. İnsanı bir kalıntı haline sokan ve onun aydınlanmasını kuşatan gücün de farkına varmamız gerekiyor. Yaşam diriliğini veya tüm özgün akışı çoraklaştıran bağlantılar zayıflatılmadan yaratıcı veya barışçıl anlayış nasıl yüreklenecek? Düşünmeye, anlamaya, varlığını ilerletmeye ve de değiştirmeye arzu duymayan insan canlı duran bir ölü değil mi? Peki, ne oldu da Sokrates, Platon, Anne Conway, Goethe, Marx’a rağmen dünya bilimin, bilginin, özgürlüğün, adaletin canına okumayı sürdürdü?

Nietzsche’nin dediği gibi: “Hiç kimse kendinde olduğundan fazlasını veremez, bu bireyler için olduğu kadar, halklar için de geçerlidir.” Elbette yaşam ortamı sadece üretim-tüketimle sınırlı değil. Düşünce, fikir, duygu, ilgi ve öykülerimize etki eden sevgi ya da şiddet, savaş ya da barış, sanat ya da değişmezlik dallarını bu güne de değdiriyor. Ekonomik ilişkileri veya sosyal, kültürel ayrıcalıkları ve de sınıfsal gerçeği diri tutacak, bunları kesintisiz destekleyecek buyrukları yayacak kurumları icat oldu. Şöyle bir soruya yanıt arayarak doğrultuyu doğrultmuş oluruz: Her dönemde basın-yayın, teknoloji, kurumlar, eğitim sistemi kimin (neyin) en büyük propaganda aracı olmuştur? Binlerce yıldır bunlara tek tip kıyafet giydiren kimlerdir?

Aslında toplumla aynılaşmayı ya da zıtlaşmamızı yine topluma borçluyuz. Çünkü insan hem toplum içi hem de toplum dışılıktan kendini azat edemez. Nietzsche, bu realiteyi eğitim üzerinden şöyle tarif eder: “Mevcut eğitim sistemi ve eğitimin gücü susan ve var olana saygı duyan zihinleri çoğaltmıştır.” Nietzsche, buna vahşi terbiye diyor, sayısız genci belli bir zümreye hizmette yaralı ve elverişli hale getirme diyor. Belki de eğitimi mekanikleştirme (dolaylı olarak) tüm yüksek insanlara, “fazlaya kaçan nitelikli insanlara” görmemeyi, düşünmemeyi öğretmekti? Hep birlikte şu soruyu soralım: Şüphe duymamak, değişmezlik, buyruğa itaati ve özgürleşmeye açılan ufukları kapatmayı nerelerden öğrendik? Sevgisizliği, duyguları sömürmeyi, zihinleri tutsak etmeyi, aklı revize etmeyi, ırkçılığı, cinsiyetçiliği, ayrımcılığı nasıl öğrendik?  Bir düşünelim!

Oysa, “doğa (hayat) durmuyor, yürüyor, koşuyor, her varlığı ardında sürüklüyor.” Buna uymayanlar kendini öldürüyor, kökleri sökülmüş ağaç gibi her rüzgârda savruluyor.” [3]

Kusurlu, hatalı, zararlı olana karşı yeterince uğraştığımız takdirde üretici noktaya mutlaka ulaşacağız. Doğru tanı konulduktan değişmek, değiştirmek mümkün

 

Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Ecco Homo - F. Nietzsche

İnsanın Boyutları - İsmet Zeki Eyuboğlu (1,2, 3)

Putların Alaca Karanlığında - F. Nietzsche

Çarklar Arasında - Hermann Hesse

Değişmek değiştirmek mümkün…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *