İyi, kötü ve çirkin

YAYINLAMA: 16 Nisan 2013 / 20.00 | GÜNCELLEME: 16 Nisan 2013 / 20.00

Merhum Müşfik Kenter’in muhteşem yorumuyla, Orhan Veli’nin ‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı’ şiirini  dinlemek varken, nazire yaparcasına Grup toplantıları’nı dinliyorum gözlerim kapalı…

Gözlerimi açmaya cesaret edemiyorum çünkü karşımda gözleri çakmak taşı gibi, öfkeli, asabi politikacılar görmeye tahammül edemiyorum!

Çok şey konuşup hiçbir şey anlatmayan insanlar gibi, lafları ne zaman bitse, ki henüz hiç bitmedi, aklımda kalmış tek bir olumlu, güzel, huzur veren sözleri yok...

 

Dinlemesine dinliyorum ama başka şeyler düşündüğüm için algılamam zayıflıyor!

Kafama Sergio Leone’nin 1966 yapımı ‘İyi, kötü ve çirkin’ filmi takılıyor.

Hani şu dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 250 filmi arasında 5. sırada yer alan Clint Eastwood'un kariyerinin zirvesine çıktığı bir başyapıt western filmi.

Bu filmde iyi, kötü ve çirkin müthiş mücadale halinde.

Hakimiyetin sürekli el değiştirdiği mücadelede mezarlığın ortasında yapılan üçlü bir düello kazananı belirleyecektir. (Sonucu söylemem! Merak edenlen ya bu filmi internetten indirir seyreder ya da ‘Grup toplantıları’nı izleyerek öğrenebilir!)

 

Galatasaray’ın Real Madrid’e 3 gol atıp mağlup etmesi, Fenerbahçe’nin Lazio’yu yenerek yarı finale çıkması Avrupa’da Türkiye’ye karşı sempati uyandırmıştı.

Ama bu olumlu hava Fazıl Say’ın hapis cezası alması ile mum gibi eridi!

Batı, ifade özgürlüğüne hayati önem atfediyor. Bütün dünyanın tanıdığı, sevdiği piyano virtüözü ve bestekar Fazıl Say, sosyal medyada sahte inançları sorgulayan Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğünü paylaşınca kıyamet koptu. Hapse mahkum oldu. Hem de tam konuk ülke olduğumuz Londra Kitap Fuarı’nda iki bakanımızla birlikte bütün dünyaya 

ülkemizde gelişen demokrasi ve özgürlükler havasının kültürel hayatı da nasıl canlandırdığını anlatma arzusu içindeyken!

 

Say, daha önce, “Suçsuzum, ceza alırsam Türkiye’yi terk edip Japonya’ya yerleşebilirim” demişti.

Giderse gitsin, defolsun diyen insanların vasıfları ile Fazıl Say’ın uluslararası saygınlığını karşılaştırınca ortaya Batı ile aramızdaki nerede ise kapanmaz fark meydana çıkıyor.

Tıpkı, nobel ödüllü edebiyatçımız Orhan Pamuk’un tehdit edildiği için ülkesini terk ettiği gibi! Yani, özler gidiyor, pesventeler bize kalıyor!

 

Edirne’ye giden Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanına yaklaşan kanser hastası üniversiteli kız, ilaç temininde güçlük çektiği için yardım istiyor. Bakan da genç kızın eline bir miktar para verip, sakın düşürme diyor. Üniversiteli öğrenci, “Ben dilenci değilim” diyerek parayı iade ediyor.

Sonrasında olaylar hızla gelişiyor, kanser hastalarına reva görülen yanlış SGK tarafından düzeltiliyor. Bakan, tecrübesizliği nedeniyle yanlış tavrına takılmıyor, genç kızın haklı davranışına destek vererek halkın takdirini kazanıyor.

 

Bayraktar’ın komplekssiz tutumu ne gariptir ki dün CHP Grubu’nda Kemal Kılıçdardoğlu tarafından istismar edildi, ağır bir şekilde eleştirildi.

Oysa aynı Kılıçdaroğlu, başbakanı kendi silahı ile bakın nasıl vurdu:

“Geçen gün sayın Başbakan önemli bir açıklama yaptı. TSK hükümetin verdiği kararlarla hareket eder. Doğru söylüyor. Ben bu kürsüden defalarca Uludere'nin suçlusu kimdir diye sordum. Şimdi Başbakan  diyor ki biz talimat vermeden TSK hareket etmez. Uludere faciasının sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan ve onun hükümetidir bunu artık herkes biliyor.”

 

Aynı şekilde medyayı topa tutarken de haklıydı:

Adam gibi yazmayacaksan o kalemi bırakacaksın arkadaş!

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşması son derece ağır ithamlarla doluydu. Ama Başbakan Erdoğan’ın “Senin dönemini araştıracağız” tehdidine karşılık şu teklifini adaletli buluyorum:

Sayın Başbakan siz 57'inci hükümeti araştırın, biz de 58, 59, 60 ve 61'nci hükümetlerin tüm iş ve işlemlerini masaya yatıralım. Böylelikle ak koyun, kara koyun her şeyiyle ortaya çıkmalıdır."

 

Bütün bunlar olurken, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Diyarbakır’da söylediklerini gazetelerin manşetinde okurken umutlandım:
Diyarbakır’da iki bahar gördüm. Hayatın başka bir rengini, hayatın esas güzel rengini beraber şimdi tadıyoruz.”

 

Daha önce yazdığım, 2030 yılında Kuzey Irak’ın petrol gelirinin 100 trilyon dolar olacağını düşününce, yazımın başındaki filmin sonunun nasıl bittiğine dair cümleyi tekararlamak gereğini hissettim.

Hakimiyetin sürekli el değiştirdiği mücadelede mezarlığın ortasında yapılan üçlü bir düello kazananı belirleyecektir.”

 

 

 

Yarın:

Geçen hafta Margareth Thatcher’i anlatan ‘Maggie’ başlıklı yazıma çok sevdiğim bir arkadaşımdan eleştiri geldi. “Asıl meseleyi yazmamışın” dedi. Haklıydı. Ancak, onu ayrı bir yazı konusu yapmak için sonraya saklamıştım. Maggie bugün defnediliyor. Kraliçe II. Elizabeth, törene katılacak. Bu çok önemli çünkü şimdiye kadar siyasete karışmamak uğruna hiç bir başbakanın defin törenine katılmamış. Yarın yazacağım.

 

Bir de, önceki gün Nejat Koçer’in GTO’yu ziyaretini ve Mehmet Aslan ile ilgili söylediklerini yorumlayacağım.

 

 

 

 

 

 

 

 

İyi, kötü ve çirkin