Kanuni
Osmanlı dönemleri diye okullarda tarih derslerinde okuduğumuz bölümler vardı. Osmanlı Devletinin kuruluş dönemi. Daha sonrasında Osmanlı Trakya ya geçmiş ve Istanbul şehrini fethetmesine kadar Bizans İmparatorluğu topraklarını kendi egemenliğine katmış. Bu dönem Osmanlı Devletinin genişleme dönemi olarak algılamıştık. Istanbul’un zaptedilmesi bir çağın kapanması ve bir başka çağın başlaması şeklinde bize anlatılmıştı. Zaten bütün olaylar bu şehrin ele geçirilmesinden sonra başladığını görmekteyiz. Osmanlı Devleti adı ile andığımız dönemde Kayı aşiretinin Osman Bey’in adına bağlı geliştirdiği yönetim şekli, daha sonra önüne Devlet adı konulduğuna inanmaktayım.
Kuralları ve yasaları oluşmuş toplumların adlarının peşine bu isim takılmakta. Fakat Osmanlı Devletinin başına kim gelirse, hangi Padişah iktidar olursa, yapacağı her hareketi, alacağı her kararı bir yasaya bağlaması adına Devlet demek ne kadar doğru olur bunu tartışmak istememekteyim. Bizans , yani Doğu Roma İmparatorluk ele geçirilince Osmanlı Devleti adındaki Devlet kelimesi değişip İmparatorluk olarak yenilenmesini tarih kitapları anlatmakta.
Daha sonraları Yükselme Devri adı ile anılan Osmanlı İmparatorluğu en parlak dönemini Süleyman Padişah döneminde olduğu anlatıldı bizlere. Hatta yapmak istediği her işi bir kanun ile desteklediğinden kendisine Kanuni Süleyman Sultan lakabı takıldığı hepimizin malumudur. Bir kişinin yazıp ortaya koyduğu yasaları kendi atadığı Divan tarafından oylanıp itirazsız kabul edilen yasalara, ne kadar Demokratik Yasa olarak kabul edilmesi gerekir bunu iyi anlamamız lazımdır. Osmanlı İmparatorluk dönemlerinden olan Duraklama Devri, Yükselme Devri’nden hemen sonra gelir.
Osmanlı, ülkeler fethederken edinimlerinde ganimetlerden başka o ülkelerde yaşayan insanların kin ve nefretlerini kazandıkları bir acı gerçektir. Altı asır Avrupa içlerine yapılan ve daha çok ganimet toplama esasına dayalı seferlerden elde edilenlerle Istanbul’a yapılan Saray, Köşk ve Camiilerden başka geriye bir tek çivi olmaması üzücüdür. Duraklama Devri’nden sonra gelen Gerileme Devri ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kan ve kinle zaptettiği toprakları birer birer kaybetmesi hem hazinesine olumsuz etki etmiş, hem de yeniçerinin isyanına sebep olmuş bir dönem olarak anılır. Bütün bu dönemler içinde Osmanlı Devleti çıkardıkları yasalarda icraatlarını meşrulaştırmak adına yaptığı bir hakikattir.
Bu dönemlerde padişahların işledikleri cinayetler de meşru hale getirilmek istenmiştir. Bu dönemlerin içinde iki Sultan vardırki en fazla eli kanlı kardeş katili olarak anılırlar. Bunların birincisi Sultan Selim Hazretleri. Bir de isminin başında Yavuz lakabı bulunur, en fazla kardeş, amca , amca oğlu, yeğen , kuzen öldüren Sultan Selim Han olduğu bilinir. Bu ismin hemen sonrasında ise Süleyman Han gelir. İcraatlarını meşru kılmak adına kendisinin çıkardığı kanunlar, kadılar tarafından kaleme alınıp, kendi seçtiği divanı teşkil eden Paşalar tarafından kabul edilerek yasalar ürettiği için kendisine Kanuni Süleyman adı verilmiştir.
Süleyman’ın kendi saltanat döneminden evvel ve sonra Sultan Selim’i aratmayacak katliam yapması ibret vericidir. Topkapı Sarayı’nda sergilenen giysilere dikkat ederseniz , kan izleri hala bulunan öldürülmüş bazı şehzadelerin daha çocuk yaşlarında olduğunu görmek mümkündür. Bu ne dehşet verici bir düşünce tarzıdırki öz kardeşini öldürtebilecek kadar iktidar hırsı oluşsun. Bu durumu çok iyi değerlendirmek gerekir, bu aslında iktidar olma hırsının tezahürü olsa gerek. Hırsın hep aklın önünde gitmesi, bu tür olayların gelişmesini mümkün kılar.
Türkiye Cumhuriyeti bir imparatorluğun çöküşünden sonra 90 sene evvel yeniden doğuşla beraber bir çok eksiğin giderilmesi esasına dayalı Anayasamızla oluşan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Osmanlı Devleti’nin geçirdiği aynı evreleri geçirmeye başladığını görmekteyiz. Kuruluştan sonra ilk on sene, ihmal edilmiş Anadolu’nun imarı ve tekamülü konusunda her bir ayrıntının değerlendirilmesi, yokluklar içinde katedilen mesafenin ne kadar inanılması güç bir gelişme olduğunu okumaktayız. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı sonrası çok partili dönemden bugüne kadar demokrasi konusunda fazla bir mesaafe alamadığımız ortada bir gerçek olarak durmakta.
İki Ayyaş’ın yaptığı Anayasa ile, günün şartlarına göre ülke idare edildiğini söylemek doğru olmadığına inanmaktayım. Tenkit etmek bir yerde kolaydır. Her konuyu tenkit edebiliriz. Bu aslında basit bir işlemdir. Mühim olan üretmektir. Ülkemiz son on senedir, kişiye özel çıkarılan kanunlarla yönetilmekte. On sene evvel oluşan iktidarda Maliye Bakanı göreve geldiğinde, çıkarılan ilk yasa ile kendini aklamış olmasını yadırgadık. Daha sonra bir kurumun başına gelen müsteşarı kurtarmak adına, bir gecede çıkarılan kanunla konuyu meşru kıldık.
Bu son onbeş yıllık dönemin Kanuni Recep Dönemi olarak anılmasını düşünmekteyim. Zira benim bir rüyam var diyerek bir çok konuyu, rüyalarını gerçekleştirmek adına, cemaatin istediği kanunları çıkarmasını, şehirlerin yapılarını bile değiştirmesini, bir SerVekil icraatı olarak seyrederken, yozlaşan ülkemi izlemek beni ziyadesi ile üzmektedir. Türkiye’de seçmen sayısının 50 milyon olduğunu kabul edersek, iktidara gelen partinin 15 milyon oyla sahip olduğu çoğunluğun, bütün ülkeye hükmetmesi neye göre demokrasidir, anlamak mümkün değil. Kendi atadığı vekillerle dayatılan yeni bir Anayasa üretmek için, önce vekil koltuklarında oturanların topluma saygı gösterilmesi gerekir. Bırakın Anayasa ile uğraşmayı, İngiltere Anayasasız idare edilmekte, siz hala yargıladığınız beş paşanın yaptığı Anayasa’ya muhtaçsınız diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.