Sevgili Sani Ağabey,

YAYINLAMA: 15 Ocak 2014 / 18.00 | GÜNCELLEME: 15 Ocak 2014 / 18.00

16 Ocak 1994 Pazar-16 Ocak 2014 Perşembe.

Tam 20 sene olmuş, siz, bizi bırakıp gideli…

Haberlere nereden başlasak acaba…

Maddi konulara girmek istemiyorum. Siz varken de Holding Türkiye’nin önemli kuruluşlarından biriydi, şimdi de yine öyle. Milyar dolarlar artıyor, o kadar. Bir tek enerji konusuna değinmek istiyorum. Bu iş özelleştirilince sizin Holding de haliyle bu sektöre girdi ve sizin adınızı taşıyan çok güzel bir baraj yapıldı. Su hayattır, abıhayat…

Sizin adınızın baraja verilmesini çok önemsedim, çok hoşuma gitti. Belki bazıları bilmeyebilir, ‘Abıhayat’, efsaneye göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, anlamına geliyor. Evlatlarınız sizi ölümsüzleştirdi, sizi daha güzel anamazlardı…

 

Ama en güzeli ne oldu biliyor musunuz?

Hani, hastane hastane dolaşmak sizi yorduğu için çok önemli bir laf etmiştiniz; o laf şimdi hastanenin girişinde yazılı: “Hastane kapısında beklemeyen, hastanenin kıymetini bilemez.”

 

Çok doğru bir tespit yapmışsınız. Almanya’da yattığınız hastaneyi telefonla aramış, kendimi tanıtarak doktorunuzla epey konuşmuştuk. Sizinle ilgili bir şeyler söylemişler ama, benim anlatımlarımdan sonra daha iyi bilgilendirildiği için memnuniyetini ifade etmişti.

Laf hastaneden açılınca, işin nereye vardığını bilmenizi istedim. Hayal edilemeyecek bir noktaya geldi!..

Sanko Üniversitesi kuruldu, Sanko Hastanesi ‘Üniversite Hastanesi’ oluyor… Sanko Üniversitesi, sağlık alanında ihtisaslaşmış bir üniversite olacak. Binlerce doktor yetiştirecek; doktorlar doçent, profesör olacak, önemli sorunlarımızdan birisi olan ‘sağlık’ için bu kurum ‘şifa’ dağıtacak, sizin ruhunuz şadolacak.

 

20 sene önce, sizin vefatınızı müteakip, mezarlıktaki taziyeden sonra ortadan yok olmuş, bir süre düşüncelerimle başbaşa kalmak ihtiyacını hissetmiştim. Dönüşümde, 27 Ocak 2014 Perşembe günü gazetemde uzun uzun sizi yazmıştım. Koleksiyonu açıp, 20 sene önce yazdıklarımı yeniden okudum.

“… Ben bu eşsiz ve muhterem insana yaklaşabilen, belki de ender insanlardan biriyim. Gaziantep Sanayi Odası için kurucu heyeti belirlerken, yanına gittim, fikir alış verişinde bulunduk. Gaziantep’e bu Oda’nın gerekli olduğuna yürekten inanıyor, ancak hizmete soyunmakta tereddüt ediyordu. Şimdiye kadar ibadetini ve yardımlarını hep gizli yapmaya alışmış birisi olduğu için, kamu önünde verilecek bir mücadelenin doğru olup olmayacağını epey düşünmüştü. Gaziantep Sanayi Odası’nın onsuz kurulamayacağını bildiğimden, beni de sempatik bulmasından yararlanarak ikna etmek için çok gayret sarfettim.

Böylece bir yıl sürecek, 18.00-23.00 akşam mesaileri başladı. (Her gün bu saatlerde fabrikaya gidiyor ve kuruluş çalışmalarını birlikte yapıyorduk. Zaman yetmiyordu bile..) Sani Ağabey’i daha yakından tanımak fırsatını buldum. Git gide artan yakınlaşma, “Sen de benim bir oğlumsun..” dedirtecek kadar aramızda bir yakınlaşma doğurdu.”

 

Gaziantep Sanayi Odası’nın kuruluşu ‘Gaziantep Sanayisi’nin miladıdır.

Organize Sanayi Bölgesi Okan’ların himayesindeydi. Yatırımcılara istedikleri kadar arsa verilmiyordu. Sanayi Odası’nın kuruluşu ile birlikte Organize Sanayi Bölgesi’nin yönetimine temsilci verme hakkı kazanıldı. Bu da nisabın değişmesine yol açtı. Yeni yönetim yatırımcılığın, sanayiciliğin önünü açtı. Dev yatırımlar peşi peşine geldi.

Sani Ağabey ile birlikte büyük bir ‘Devrim’ gerçekleştirmiştik. Güzel şeyler oluyordu ama benim için sıkıntılı günler başlamıştı. Sürekli tehdit alıyor, tedirgin yaşıyordum. Sani Bey’in konumu ve yaşı nedeniyle ön cephede ben savaşıyordum. Gece saat 23.00 mesaisinden eve dönerken Sani Ağabey beni şoförü Hacı ile gönderiyor, ben içeri girinceye kadar refakat ediyordu. (*)

 

Sani Ağabey’den sonra her şey değişti. Azledildim, el ayak çektirildi! Alman oyun yazarı Karl Georg Büchner’in, ‘Danton’un Ölümü’ adlı kitabının en ünlü cümlesi olan, “Devrim önce kendi evlatlarını yer” tespiti benim için de geçerli olmuştu. (Büchner: İşleyişi şöyledir, devrim yapılır ve devrimi yapanlardan bazıları etkisiz hale getirilir.)

 

Gaziantep Sanayi Odası artık bir imparatorluk.

Yeni yapılan çok katlı binasının henüz içini görmedim ama dışından intibam, kentin en güzel, en görkemli binasında hizmet veriliyor. İyi ki de var, iyi ki de Ticaret ve Sanayi Odaları ayrılmış. Oda seçimlerinde demokratik sistem ve teammüller tam olarak çalıştırılamadığı için netice her zaman iyi olmayabiliyor. Türkiye ekonomisinde bu Odalar hayati öneme sahip. Tek bir Oda olacağına böyle iki Oda olmasının Gaziantep’in ekonomik kalkınmasında, en çok ihracat yapan kentlerden biri haline gelmesinde GSO’nun çok yönlü rolü ve temsil performansı asla yadsınamaz.

Yaptığımız ‘Devrim’in büyüklüğünü tarih daha detaylı mutlaka yazacaktır. (**)

 

Sevgili Sani Ağabey,

Beni sorarsanız, çok şükür sağlığım yerinde.

İkimizin de çok sevdiği, artık çok varlıklı, Antep’in imajına en çok katkıda bulunan işadamı dostumuz bir gün bana şöyle dedi: “Abi, senin şanssızlığın Sani Bey’in erken ölümü…”

O da bu yazıyı bugün okuyunca herhalde gülümseyecek ve film şeridi gibi her şey gözünün önünden geçecektir.

Vefa ve hakkı teslim, insanlığın en yüce erdemleridir. Fakat maalesef işin içine anlamsız bazı olaylar ve kişisel hırs girince bu erdemler rafa kaldırılıyor.

Gerçekçi olmak gerekirse, bunlar hayatın normal akışında hep var.

 

Türkiye’yi sorarsanız, tarihinin en zor dönemecinden geçiyor. Kutuplaşmanın ayyuka çıktığı, kimsenin kimseyi sevmediği, saymadığı hatta çoğu insanın birbirinden nefret ettiği, hoşgörüsüz bir ülke olduk.

Bölgemizin durumu daha da kötü! Son gelen Suriye dalgası ile batman çağıla karıştı! Ben ‘siyasi tesaadüflere’ inanmam! Bizim için öngörülen senaryo bir süredir sahneleniyor.

20 yıl sonra, hayatta olursam, size yeni mektubu, yurt içinden mi, yurt dışından mı, nereden yazacağım konusunda çok ciddi endişelerim, tereddütlerim var.

 

Özlemle, sevgiyle, saygıyla…

 

Gaziantep, 16 Ocak 2014

 

(*) (*) Bitirmek üzere olduğum ‘Anılarım’ isimli kitabımda  bu konuları detaylı olarak anlatıyorum. Gaziantep Sanayi Odası’nın kuruluş fikrinden başlayarak kurucuların nasıl tespit edildiğini, nasıl çalıştıklarını, neler olduğunu, yayınlanan deklarasyonları, karşılıklı atışmaları, acı ve tatlı günleri bütün olup biteni en ince noktasına kadar bu kitapta anlatıyorum. Tarihe önemli bir ‘belgesel’ armağan ediyorum.

 

Sevgili Sani Ağabey,