Acının varlığını kabul etmek…

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Ermeniler bu topraklarda çok eski tarihlerden beri yaşıyordu.

Ama bir gün geldi, bu topraklar üzerinde bir millet yaratma, bu toprakları farklı kimliklerden arındırma emeli uğruna yüzbinlerce insan yaşamını yitirirken, binlercesi de yaşadıkları toprakları acılar içerisinde terketmek zorunda bırakıldı.

Büyük bir sürgün ve ölüm yolculuğunun ardından Anadolu’nun renkleri kayboldu. Bu büyük sürgün ve soykırımın bugün 99’uncu yıldönümü.

Ve ilk kez bir Başbakan’ın, “Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermeniler’in de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” diyerek, en azından acının varlığını kabul etmiş oldu.


 

M.Ö. 401 yılında Van civarından geçmiş olan Grek yazarı Ksenephon Anabasis’in, Ermeniler’in tarım ve hayvancılıkla uğraşan, müreffeh ve barışçıl bir halk olmalarından bahsetmesi Ermeniler’in Anadolu toprakları üzerindeki varlığının çok eski tarihlere dayandığının en önemli dayanaklarından biridir.

                                                               ***

Ancak 24 Nisan 1915’te İstanbul’da yaşayan 250 civarında Ermeni ileri gelenlerinin gece vakti evlerine baskınlar düzenlenerek gözaltına alınmaları ile başlayan hareket,  yüzyıllar boyu bu topraklarda yaşamış bir halk için, elem ve ölüm yolculuğu ile noktalanmıştır.

Ölüm yolculuğunda bir milyondan fazla Ermeni’nin yaşamını yitirdiği, pek çok kaynak tarafından bazılarında isimler verilerek açıklandığı için artık böyle bir acıyı, insanlık ayıbı, bir halkı yok etme çabasını inkar etmenin hiç kimseye ve bu ülkeye bir faydası olmadığını bilmek ve anlamak lazım.

Resmi kayıtlarda Gaziantep’te yaşayan 35 bin Ermeni vatandaşından bugün geriye bir tanesinin bile kalmamış olması, bunun zaten en somut ve inkar edilemez öneklerinden biri değil midir?

                                                               ***

Yüzlerce insan yollarda, açlıktan, susuzluktan, zorlu yol şartlarından yaşamını yitirirken, son durak olan Der Zor  da yüzlercesi için mezar olmuştur.

Birçok  Ermeni aydını, Ayaş ve Çankırı sürgünlerinin ardından kırsal alanda devletin bizzat görevlendirdiği Kürt çeteler tarafından katledilmiştir.

Nesim Ovadya İzrail’in “24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş Ankara” kitabı, İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra Çankırı, Ayaş, Ankara arasında çok sıkıntılı bir sürgün süreci yaşayan ve bir çoğu katledilen Ermeni aydın, yazar, müzisyen ve edebiyatçıyı isim isim anlatması açısından okunması gereken önemli bir kaynak.

                                                               ***

Sürgünün elbette ana nedeni Anadolu topraklarını Türkleştirmek olduğu kadar, çok iyi eğitim alan, birçoğu yurtdışında eğitim gören, birkaç lisan bilen ve bu vasıflara haiz olmaları nedeniyle doğal olarak daha varlıklı olan Ermeni halkının birikmiş sermaye ve varlığının iştah kabartmış olmasıdır.

Zira Anadolu toprakları üzerinde yaşayan Ermeniler, meslek sahibi ve üreten insanlar olmuşlardır. Kürtler’in, Ermeniler için söylediği, “Bu gavuru denizin ortasında bir taşın üzerine bırak, eline de bir süğüm iplik ver, yine yaşamanın bir yolunu bulur” sözleri, bu çalışma ve gayreti ifade etmektedir.

                                                               ***

Tehcir Yasası ile sürgüne, ölüme gönderilen Ermeniler’in mal varlıkları nerededir, ne olmuştur, kimler nasıl ek koymuştur, devlet bunları kimlere, nasıl peşkeş çekmiştir sorularına verilecek yanıtlar da bu sürgünün nedenlerini açıklaması açısından dikkate değer bir mevzudur. Mesela Antep’te 35 bin Ermeni’nin sahip olduğu mal varlıkları bugün kimlere, nasıl intikal etmiştir, ben çok merak etmekteyim ve bilmek isterim doğrusu.

 Tehcir Yasası ve sonrasında yaşanan soykırım, “Cezalandırılamayan, affedilemeyen” bir insanlık suçudur.

Bu nedenle, Başbakan Erdoğan’ın dün 24 Nisan nedeniyle yaptığı açıklamada, “tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması” na vurgu yapmasını, arkasındaki amaç veya niyet ne olursa olsun, önemsemek lazım.

 

 

 

 

 

Acının varlığını kabul etmek…