Serin bir düşünce…
Recep Tayyip Erdoğan’ın oyu yüzde 43’lerde olduğu varsayılıyor.
Nereden çıkıyor bu yüzde 43?
30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin aldığı oy oranı bu! Bunun da tamamının Erdoğan’ın olduğu kabul ediliyor.
Bu yüzde 43 için; dincilerin oyu diyebilir miyiz? Veya ‘mütedeyyin’ oylar demek daha mı doğru olur.
Belki de en bilinen ifade şekli ile, Erdoğan’ın her zaman sözünü ettiği o ‘yüzde 50’nin43’ü’…
Ben bu ayırımı yapmıyorum, yapanlara da hiç katılmadım. Çünkü, yüzde 43’ün içinde epey karışık oy türü var! Ama bir ortak paydaları mevcut; onu da ‘ekonomik menfaat’ olarak nitelendiriyorum. Bunun da şifresi şöyle: Yoksullara, dar gelirlilere 18 ayrı çeşit yardım var.
Bunlara yardımı kesin, görün bakalım neler oluyor!
CHP de bu oylardan pay almak için son genel seçimlerde 600 liraya varan bir yardım paketini tanıtmıştı. Ancak ilgi görmedi, sebebi kimse güvenemedi! ‘Eldeki bir kuş daldaki iki kuştan iyidir’ diye düşündüler zahir!
10 Ağustos’ta oy vermeye giden emeklilerin memnuniyetsizliklerini sandığa yansıtabileceklerini düşünüyorum.
Türkiye’de 11 milyon emekli var. Bunların hepsi oy kullanma hakkına sahip. Son seçimde 44 milyon oy kullanıldığına göre, emeklilerin gücü meydanda…
Erdoğan’ın seçim bölgesi Kasımpaşa’da yapılan yeni bir ankette, emekliler öfkelerini belirterek, “Artık bıçak kemiğe dayandı. Bizim için aklı başında iyileştirme yapılmadı. Sürünüyoruz. Erdoğan’a oy vermeyeceğiz” demişler.
İlk turda Kürtler’in hepsi kendi güçlerini göstermek için Selahattin Demirtaş’a oy vermeleri bekleniyor.
Erdoğan ilk turda kazanamaz, oy yüzdesi de düşük olursa, ikinci turda dengeler yerle yeksan olabilir!
Seçim kampanyasında Erdoğan’ın orantısız güç kullanacağı biliniyor.
Miting meydanlarında, televizyonlarda, gazetelerde, bilbordlarda, akla gelebilecek her yerde büyük masraflarla propaganda yapıp insanların bütün duyularına hitap edilecek.
Şunu da kabul etmek gerekir ki, bu işleri AK Parti son derece profesyonelce yapıyor. Bunun en yakın kanıtı da, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına adaylığını açıkladığı toplantının mükemmel organizasyonuydu.
Amerikanvari bir propaganda sistemi! Yani, bir ideolojiye veya projeye bağlı tanıtım, sunum değil. Lidere eksenli, insan figürünü ortaya çıkaran etkili bir kampanya modeli.
Ekmeleddin İhsanoğlu ne yapabilir?
Çok yakın bir arkadaşımla bu konuyu tartıştığımızda şöyle bir sonuca vardık:
Mitinglerin havası çok başka, para ve mükemmel organizasyon gerektiriyor. Bu da zor olacağına göre, mitingi düşünmemek gerek.
Mağduru oynayıp, yalnız televizyonların haber ve tartışma programlarına çıkarak düşüncelerini kamuoyu ile paylaşıp kendini olabildiğince tanıtmaktır. Sivil Toplum Örgütlerinin de çalışmaları mutlaka çok faydalı olacaktır.
Mağduriyet iyi betimlenirse, Türkiye’nin temel sorunları üzerindeki düşünceleri şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılırsa, başarılı olmamak için bir sebep göremiyorum.
Karlı arsa fırsatı
Sanko ÜniversitesiTıp Fakültesi’nin yakında inşaatının başlayacağı arsanın yerini Abdükadir Konukoğlu, Cuma günü üniversitenin tanıtım toplatısında açıkladı.
Böylece, inşaatın yerini daha önce öğrenip de etrafından arsa toplayanlar yaşadı! Bire, en az on kazandılar!
Eğer sizin de böyle bir arsa almak niyetiniz varsa, geç kaldı sayılmazsınız!
Gelelim üniversite binalarının nerede yapılacağına…
Konukoğlu, Türkiye’nin en büyük özel hastanesi olan ‘Sanko Hastanesi’nin bünyesinde ve okul amacı ile yanındaki binada yürütülen revizyon inşaatının bitmek üzere olduğu belirterek, burasının en az 5 yıl ihtiyacı karşılayacağını, gelişmeleri izleyeceklerini ve yeni binalar için daha sonra karar vereceklerini açıkladı.
Bu durumda, şimdiye kadar duyum üzerine arsa alanların maalesef heveslerinin kursaklarında kaldığı anlaşılıyor!
Ama bence umutlarını yitirmesinler, çünkü 5 sene sonra konu yeniden gündeme gelebilir.
Şimdi diyeceksiniz ki, 5 sene sonra nerede yapmayı düşünüyorlar?
Konukoğlu toplantıya katılanlara söyledi, ama söz buradan çıkmasın diye de rica etti.
Tavsiyem, Sanko’nun basın danışmanı Cengiz Bey aranırsa belki bir ipucu elde edilebilir!
Zabıta Müdürü ile bir tatsızlık!..
Önemli bir Sivil Toplum Kuruluşu’nun toplantısından sonra yönetim kurulu üyeleri hep birlikte akşam yemeği için Hukukçular Lokali’ne gidiyorlar.
Bu sezon orası bayağı bir trend oldu. Ünlü Şef İsmail’in yönetimine geçen Hukukçular Lokali, belki de tarihinin en parlak dönemini yaşıyor.
Güzel başlayan akşam yemeği bir süre sonra hemen yakından gelen, yeri göğü inleten davul zurna sesi ile tatsızlaşıyor.
Yan restorana garsonla haber göndermek falan işe yaramayınca, STK’ın Başkanı Zabıta Müdürü Ömer Bey’i arıyor, durumu ona anlatıyor.
O da hemen ilgileneceğini söylüyor.
Aradan epey bir zaman geçiyor, gelen giden olmadığı gibi davulun zurnanın sesi gökyüzünü delermişcesine o kadar artıyor ki dayanılmaz hale geliyor!
Başkan yeniden telefonla arıyor. Ömer Bey, ekibini gönderdiğini, öyle bir gürültü olmadığını, davul zurna sesi duyulmadığını söylüyor.
Ne diyeceğini şaşıran başkan da, insaf biz buradayız, gürültüden durulmuyor, belli ki sizin ekip buraya uğramadı gibisinden laf edince karşılıklı tatsız bir tartışmanın sonucunda telefonlar yüzlere kapatılıyor!
Şimdi…
Her şey meydanda! Davul zurna gökyüzünü inletiyor, bütün Hukukçular Lokali müşterileri rahatsız!
Ama Zabıta Müdürü, ekip gönderdim, yok öyle bir şey diyor.
Ne anladınız?
İki taraftan biri yalan söylüyor, değil mi?
Gürültüden rahatsız olanlar medeni bir tavırla şikayetlerini en yüksek makama iletiyorlar. Neden yalan söylesinler ki!
Diğer taraftan koskoca Zabıta Müdürü, elinde onca imkan varken, o niye yalan söylesin ki!
Ama gerçek şu ki, birisi yalandan fena halde hoşlanıyor! Onu da siz bulun…
Paralelciler Quo Vadis?
Başbakan Erdoğan, canına kasteden, hapislerde süründürmek için 17 Aralık ve 25 Aralık darbelerini planlayan cemaate her fırsatta ateş püskürüyor!
Cumhurbaşkanlığı adaylığı töreninde bile cemaate nefretini dile getiren Başbakan Erdoğan’ın bu konuyla ilgili emirlerinin hiçbirisi yerine getirilmiyor. Sorumlular bunun riskini almaya nasıl cesaret ediyorlar, akıl havsala alacak gibi değil!..
Fetullah Hoca diyor ki, beni sevenler arsacılıktan, kayıtdışılıktan, vergi kaçırmaktan uzak durmalılar. Bu işlere karışmamalılar.
Bu adamlar bunu yapıyor mu?
Asla! Tavizsiz tam gaz gidiyorlar!
Hergün bütün kamu kuruluşlarını arşınlıyorlar. Babalarının evi gibi rahatça giriyorlar, çıkıyorlar, makamda kim var aldırmıyorlar bile!.. Gerekli konuşmaları yapıyorlar, direktifleri veriyorlar ve takipçisi oluyorlar. Nerede kaldı Erdoğan’ın söyledikleri!..
Geçen gün bir arkadaşım söyledi. Arkadaşım İstanbullu. İşleri için geldiği Antep’te yukarıdaki sözünü ettiğim ağır sıklet cemaatçi ile karşılaşmış. Birbirinden hoşlanmışlar ki epey sohbet etmişler. Bana öyle bir şey söyledi ki, küçük dilimi yuttum!
Şaka da olsa inanılır gibi değil, bakın ne demiş:
“Ailemizin çok geniş toprağı, arazileri var. Antep şehri de bunun içinde!..”
Ben dilimi yutmuş olduğum için yorum yapacak durumda değildim ama o benden sorularına yanıt bekliyordu!
“Gerçekten bu adamların bu kadar muazzam toprağı mı var?”
“………..!..”
“Bana o iri adam, ‘Bizim arazilerimiz Şarken… Garben… Şimalen… Cenuben…’ diye durmadan şehir adı sayıp sınırlarını anlattı, ama sizin buraları bilmediğim için pek anlayamadım. Ulan yoksa burası ayrı bir cumhuriyet mi?”
Mallarının çok olduğu doğru ama şaka da olsa böyle bir şey söylemek densizliktir, boşboğazlıktır! Ne diyeyim, ağamın da gönlünden neler geçiyormuş, meğerse…”
(*) Latince bir deyiş. Genellikle ‘Nereye gidiyorsun?’ anlamında kullanılır. Ama dünyada o kadar geniş bir kullanım alanı var ki, ben Henryk Sienkiewicz’in Nobel odüllü kitabının adına atfen, “Nereden geldin, nereye gidiyorsun?” anlamında kullandım.