‘Güvenilir’ olmak ne demek acaba?
Bu ne biçim gazetecilik!
Haziran ayı ihracat rakamlarını değerlendirirken attıkları manşetlere bakın:
İhracatta hedefe doğru! İhracat yeniden yükselişe geçti!
Ya ekonomiyi bilmedikleri için sallıyorlar, ya da kamuoyunu aldatmayı, yalan söylemeyi marifet zannediyorlar.
2012 Ocak-Aralık ihracatı: $5,873,042
2013 Ocak-Aralık ihracatı: $6,472,870
İhracatımız 2013’te yüzde 10 artarak yaklaşık 6.5 milyar dolar oldu. Bu sene yarı yıl performansımız beklenenin altında! 6 aylık ihracat 3,293,592 Dolar. Geçen sene 2013’te bu rakam 3,143,889 Dolardı. 150 bin Dolarlık bir artış söz konusu.
2014 yılı için konan hedef 7-7.5 milyar Dolar, yani yüzde 10 civarında bir artış hedefleniyor. Oysa ortada henüz bir artış yok!
2023 hedefi de 30 milyar Dolar.
Bu hedefi göğüslemek için ihracatımızın yıllık artışının yüzde 18’e ulaşması gerekir.
Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor, bu şartlarda yapılan ihracat bile takdire şayandır.
Yayınlar tabii ki ihracatçının moralini bozacak şekilde olmamalı. Zaten ortada olumsuz bir şey de yok! Ama yalan yayıncılık, abartılı yayıncılık ‘güvenirliğinizi’ zedeler. Gazetecilik güven üzerine kurulmuş bir müessesedir. Ama bu mefhuma aldırış etmiyorsanız, zaten öyle görünüyorsunuz, tam gaz ileri…
Adalet, Devlet’in ve yaşamın temelidir
Yargı sistemimiz, yargıçlarımız, savcılarımız Batı basınında o kadar kötü ve acımasızca eleştiriliyor ki, bütün bunları okuyunca, “Acaba?” diyorum, mahkemelerde davaları olanlar ne düşünüyor?
Bu güvensizlik ortamında kim hakkına razı olabilir ki!
‘Adalet’ duygusu zedelenmiş insanların içinde vatan sevgisi kalır mı?
Geçen gün hakimler ve savcılar tayin kararnamesini birlikte incelediğimiz bir avukat arkadaşıma bunun ne anlama geldiğini sordum.
“Gaziantep’te Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı iken başka bir ile düz hakim olarak atanmanın anlamı nedir?”
“Kısaca, sicilinin bozuk olmasıdır!”
“Nasıl yani? Hakimin sicili nasıl bozulur? Yanlış karar verirse mi? Öyle olunca zaten Yargıtay’dan dönüyor. Bilerek, kasıtlı, adaleti yanıltıcı karar verirlerse mi sicil bozuluyor?”
“Müfettiş raporunu okumadığım, hiç bir zamanda okuyamayacağım için net bir şey söyleyemem. Ancak, söz konusu yargıçların cemaatle ilişkilerinin olduğu, bunun da Gaziantep Adliyesi’nde huzursuzluk yarattığı iddiaları yaygındı!”
Gaziantep’ten Yargıtay’a çok değerli hakimler gitti. Bizzat Gaziantep’in öz evladı Yargıtay Başkanı oldu.
Gaziantep’te ‘Adliye’ her zaman bütün Türkiye’ye örnek olmuştur.
Şimdi ne oldu, bilmiyorum, Gaziantep’in sürgün yeri olduğu konuşuluyor. Ağır Ceza Başkanları, düz hakim olarak başka şehirlere atanıyor.
Ne oldu bizim Adliye’ye böyle...
Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu
Facebook’ta gördüğüm ve doğruluğunu da kontrol ettiğim bir hikaye beni etkiledi. Okuyunca siz de hak vereceksiniz, nereden nereye gelmişiz?
Süreyya Ağaoğlu, Türkiye'nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner.
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar.
İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir.
Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar. Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der...
İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.
Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı 'Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır.
Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, "Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin" der.
Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..
Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var" demesin mi ?
Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer, "Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş!.." der.
Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor" der.
Süreyya hem şaşkın, hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.." der.
Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar.
Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi" deyince durumu anlar...
Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez.
Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir...