İngiliz cihatçı Khadijah Dare
Amerikalı gazeteci James Foley’in başını gövdesinden ayıran teröristin İngiliz vatandaşı Abdel Majed olduğu M16(İngiliz gizli servisi) tarafından açıklandı.
Açıklamanın ardından, Londra’da akşamları yayınlanan London’s Evening Standard isimli gazetedeki bir haber şaşkınlık ve kızgınlıkla karşılandı. Gazete haberi şöyle:
Suriye’de göçmen olarak yaşayan İngiliz vatandaşı Khadijah Dare, en büyük hayalinin IŞİD’in elindeki Batı’lı bir rehinenin kafasını gövdesinden ayırarak tarihe ilk kadın cihatçı olarak geçmek olduğunu söyledi.
22 yaşındaki İngiliz Khadijan Dare, İsveç’te tanışıp evlendiği Türk militan Abu Bakr ve oğulları ile birlikte 2012 yılandan beri Suriye’de IŞİD militanları ile birlikte yaşıyor.
Her ay 30 civarında İngiliz genç Türkiye’den sınırı geçerek Suriye’ye IŞİD kamplarına gidiyormuş. En büyük hevesleri çihatçı olup, Batı’lıların kafasını kesmekmiş.
Bu nasıl yorumlanabilir, bilemiyorum!
O müslümanlar bugünkü müslümanlara benzemiyordu!..
Sevgili okul arkadaşım, Tuncay Sergen, yaşı benden küçük ama 60’ın üzerinde…
Mail grubumuza yazdığı yazıyı okuyunca o kadar beğendim ki, sizlerle paylaşmak istedim. Gerçi kendisinden izin almadım ama bu kadar güzel ve samimi bir yazıyı köşeme almadan yapamazdım…
Din konusunda okuyup öğrendikçe insanın kafası karışıyor.Ben fazla öğrenmemeye karar verdim.
Eski bildiğime inanıyorum.
Çok okuyup, çok bilince ‘hile-i şerriye’ şansı da artıyor.
Kayseri’de komşumuz Naci’nin babası arkadaşlarıyla bazen şarap içerdi.
Bir gün Naci’ye, “Dün babanlar şarap içiyordu, çok günah” dedim.
“Ama onlar içine bir fiske tuz atıyorlar, sirke oluyor, günah değil“ demişti.
Bana ters geldi, ama aklımda da yer etti, taa o zamandan.
Şimdi bakıyorum, hırsızlık yapıyorlar, yalan söylüyorlar, bir bahane bulup temize çıkıyorlar.
Meclistekiler, bile bile yalan yemin ediyorlar, sonra bildiklerini yapıyorlar. Ama Müslümanlığı da kimseye bırakmıyorlar.
Adam öldürüyorlar, din için olduğundan makbul sayılıyor.
Müslüman müslümanı öldürüyor, hem ölen hem öldüren, nasıl oluyorsa cennete gidiyorlar.
Bir şekilde kitabına uyduruyorlar. Her istediklerini yapıp, dini bir kulbunu buluyorlar.
Anneannemin bana öğrettiği, Müslümanlık farklıydı. Kaçamağı yoktu.
Karıncayı ezdirmezdi. “Oğlum karıncalara basma. Onların da anası babası, evladı var, canı var, günah“ derdi.
“Onlar ekmeğe geliyorlar, ekmeği al uzağa koy, giderler“ derdi.
İyi yerine ‘sevap’, kötü yerine ‘günah’ı kullanırdı.
Günahla, sevapla öğrendik iyiyle kötü olmayı. İyilerle kötüler, günah-sevap diye ayrılınca,iyi olmayı dindarlık zannettik. İyi müslüman kitapta yeri olsun olmasın, bol sevap işlerdi.
Anneannem de çok okumuş, islamiyeti yorumlayabilecek yetkinlikte birisi değildi.
Ama onda yıllarla biriken sade bir Anadolu Müslümanlığı öğretisi vardı. Ki bu iyiydi.
Bugünkü Müslümanlara benzemiyordu. Teyemmümle namazını kılardı ama, o zamanın Kayseri’sinde,10 Kasım’larda, 9’u 5 geçe Sümer Fabrikası’nın düdüğü öttüğünde,hasta yatağında doğrulup oturmaya çalışır, gözünden sessizce bir yaş damlardı.
Bugün ne o Sümerbank Fabrikası, ne düdüğü, ne anneannem, ne de o Müslümanlık öğretisi kaldı.
Yasin suresine ‘Kuran’ın kalbi’ derler. Annemin mezarında Türkçesini okusam dedim. Okudum, vazgeçtim.
Bilmeden okuduğum Arapçası, bende daha ulvi düşünceler uyandırıyordu. Türkçesi uyandırmadı.
Yine anneannemin öğrettiği şekli daha iyi geldi. Daha farklı düşüncelere dalıyordum. Ruha terapi gibi geliyordu.
Şimdi düşünüyorum, onun Müslümanlık diye anlattığı , aslında, ‘İYİİNSANLIK’ mış.
Hile-i şerriyesi yokmuş. Sadeymiş. Sevabı bolmuş. Hilesi yokmuş.
Ona göre de , zaten iyi insan, iyi Müslüman olurdu.”