Acılı tatlılı bir sohbet…
İstanbul’dan gelen ünlü bir sanayici arkadaşımı Antep’in, benim olçülerime göre, en iyi lokantasında öğle yemeğinde ağırlıyorum.
Söz dönüp dolaşıp bizim sanayiciliğimize geliyor. Şöyle diyor:
Benim Antep’e bu ilk gelişim değil. Çok kez geldim. Kızmaca yok! Sanayinizin niteliği kopyecilik üzerine kurulmuş. Birisi bir iş yapmış, biraz para kazanmış. Diğeri, onun ustasını, varsa mühendisini ayarlamış, aynı işi daha az karla yapmış ve bu böyle sürüp gitmiş!
Onun içindir ki, bazı sektörlerde, ‘Biz Türkiye’de tüketilen o mamülün yüzde 60’ını burada üretiyoruz, diğerinin yüzde bilmem kaçını…’ gibi laflar ediyorsunuz. Aslında katma değeri yüksek mallar üretemiyorsunuz. Kopyecilerin zaten böyle yetenekleri olmaz. Sanayiniz karlı olmadığı için de çalışanlara komik paralar ödüyorsunuz. Çinliler bile çalışanlara sizden daha fazla ücret ödüyor. Onun için de Antep’in yüzde 70-80’i gecekonduda oturuyormuş. Yine aynı sebepten Türkiye’nin gelir dağılımının en kötü olduğu yer senin yaşadığın bu şehir, arkadaşım!
İthalatınız, ihracatınızdan daha fazla. İl bazında geliriniz, giderinizi karşılamıyor, Devlet bütçesinden destek alıyorsunuz. Bütün bunlar bir tarafa ben geleceğinizi de iyi görmüyorum, çünkü bu kent eğitimsiz! Zaten eğitimde Türkiye’nin en arkada gelen illerinin başında değil misiniz?
“Bitti mi? Biraz da ben konuşabilir miyim?” demeye kalmıyor, önündeki tabaktan kare dilimi eliyle alıp ağzına götürüp, ‘hıışşş’ diye ses çıkınca hemen lafı değiştirip, gediğine koyuyorum:
“Nasıl ama! O ‘hıışşş’ diye çıkan ses var ya, işte o ses seni tekzip etti!”
“Anlamadım…”
“O ses, yalnız Antep’te yapılan baklavadan çıkar ve ilahi bir sestir! Çünkü baklava yapımı burada bir sanattır. Baklava bizimdir, Antep baklavası bir dünya markasıdır. 3’e mal eder, 10’a satarız. Ulan, bundan daha iyi katma değeri yüksek bir ürün olabilir mi? Hem bir daha, Antep deme. Gaziantep, diyeceksin! Biz diyebiliriz, ama sen Gaziantep diyeceksin!.. Biz, bizi eleştirenlerden hoşlanmayız. Burada zengini de fakiri de ‘Gurban olayım Antebime…” ritüeli ile büyümüş insanlarız.”
Böyle dedim, daha lafıma yeni başlamışken, söyleyecek nelerim varken…
“Hadi artık, tatlı yiyoruz, tatlı konuşalım…” deyince, ne de olsa misafirim, susmak zorunda kaldım. Yoksa!..
Para, insanların aklını başından alıyor!..
Dün ABD’de yaşayan bir arkadaşımdan aldığım maile gülmekten kırıldım!
Hem çok komikti, hem de ders verir nitelikteydi!
Hani, “paranın dini imanı yoktur’ derler ya, dünyanın en zengin ülkesinde de yaşasan, para insanların aklını alabiliyor!
Şimdi anlatacağım olay daha geçen hafta Pazartesi günü olmuş.
Arkadaşımın torunu ilkokul üçüncü sınıfta. Dedesine olayı şöyle nakletmiş.
Okulun ilk günü. Öğretmen öğrencilerini tanımaya çalışıyor. Küçük Kevin’e, “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye soruyor.
Kevin’in cevabı muhteşem!
“Önce orduda pilot olmak istiyorum. Sonra bir işler yapıp milyarder olmak istiyorum. En pahalı gece kulüplerine gitmek, orada bulduğum çok güzel bir fahişeye değeri en az milyon dolar olan bir Ferrari, St. Kitts’de sahilde bir ev, Paris’te bir konak, bütün dünyayı dolaşabilmesi için de bir jet hediye etmek istiyorum. Tabii ona bir de limiti sonsuz olan bir Visa Kart vermem lazım. Ve… Dışarıda kasırga eserken, kapıyı hafif aralık bırakıp içeride çılgınlar gibi sevişmek istiyorum.”
Öğretmen şoka giriyor, ne yapacağını şaşırıyor ama Kevin’in lafını da kesemiyor, çünkü sınıf büyük bir ilgiyle dinliyor.
En iyisi bozuntuya vermemek diye düşünüp, bir şey olmamış gibi aynı soruyu bir kız öğrenciye soruyor.
“Sarah, sen ne olmak isterdin?”
“Kevin’in fahişesi!..”
Baklava mı? Fenerbahçe mi?
Hangisi daha ünlü?
Fenerbahçe’nin Roma’ya satın alma opsiyonu ile kiraladığı Türk futbolunun genç yeteneği Salih Uçan ile röportaj yapmak için Roma’ya giden FourFourTwo dergisinden Hilal Gülyurt güzel iş çıkarmış.
Salih, hem çok sempatik, hem de gelecek vaadeden iyi bir futbolcu.
Röportajda ilgimi çeken söylemler var. Salih, daha önce yıllarca İnter’de oynayan Emre Belezoğlu’na gidiyor, onun tavsiyeleri dinliyor. Emre şöyle diyor: “Onlardan biri gibi ol, onlardan biri gibi yaşa; onları iyi izle, neler yaptıklarına bak ve yap.”
Ne kadar doğru ve yerinde bir tavsiye! ‘Roma’da Romalı gibi davran’ diye de Türkçe’de deyiş bile vardır.
Salih, İtalyanlar’ın çok sıcakkanlı olduklarını söylüyor. Herhalde fiziğinden ve saçlarından dolayı İtalyan olduğunu zannetmişler ilk günlerde.
Takım arkadaşları ile samimiyeti de ilerletmiş. Zaten çoğu İstanbul’u biliyormuş. Takımın ikinci kalecisi kendisinden baklava istemiş. O da Fenerbahçe ile İstanbul’da hazırlık maçı öncesi Alper Potuk’u aramış. O da maça bir tepsi baklava getirmiş. Aziz Yıldırım, Alper’in elinde baklava tepsisini görünce kızmış. O da “Salih’e götürüyorum” deyince bu kez Yıldırım, Salih’e, “Bu ne oğlum? Burada aklına baklava mı geliyor? Yapma böyle şeyler!” demiş.
Tabii sonra Aziz Yıldırım’a olayı anlatıyorlar, o da gülüyor, “Vay canına bu baklava bizim Fenerbahçe’den daha mı meşhur?” diyor!..