Araplarla ilgili, belki bilmek istersiniz…
Araplarla uzun yıllar birlikte çalışan bir okul arkadaşımdan aldığım iletiyi sizinle paylaşmak istedim. İleti doğru zamanda geldi ve ben de doğru zamanda paylaşıyorum.
… Ben 1982 yılında Mekke kentini planlamaktan başlayarak, 2010 yılına kadar 28 yıl Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, BAE, Lübnan, Irak, Libya, Yemen ve Mısır dahil çeşitli Arap ülkelerinde ömrümün çeyrek asrını geçirdim. Bu deneyimime dayanarak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki Araplardan dost, müttefik, arkadaş falan olmaz, hatta adam bile olmaz! Onların vahşi duygular ve çıkarlar dışında hiç bir insanca düşünceyle yoğrulmuş olabileceğine beni kimse inandıramaz. Yaptıkları her iş ve attıkları her adım bu kötü duygular ve içgüdülerle yönlendirilir. Onlarla değil din gibi bir insanın tüm manevi dünyasını kapsayan bir olguyu paylaşmak, bir sürahiden birer bardak su bile paylaşmak olanaksızdır. Hiç birinizin de bunu deneyerek ve yaşayarak görmesini istemem. Bu dünyada yapılacak en akıllıca iş onlardan uzak durmaktır. Büyük önder Atamızın da bu doğrultudaki dış politikası benzer deneyimler sonucu oluşturulmuş çok doğru bir politikadır.
Pek çoğunuzun, şimdi bu yazdıklarımı okuyunca, beni mübalağa ediyor, yaşadığı bir kaç kötü deneyimden etkilenerek yanlış genellemeler yapıyor diyeceğinizi biliyorum. Ama inanın ki yapmıyorum. Bu 28 yıl içinde milyonlarca Arap'la karşılaştım, bir tane gerçek inançlı Müslüman Araba; bir tane yardımsever, etrafına hep iyilik etmeye çalışan, kendi kişisel çıkarı olmadan karşılıksız yardım eden, adam gibi adam Araba rastlamadım. Çünkü böyle bir Arap yok.
Bakın size bizzat başımdan geçen bir olayı nakledeyim, kararınızı siz verin.
1982 - 1985 yılları arasında Mekke Bölge Planı ve Kent Master Planını hazırlıyoruz. 1985 yılı Haziran ayına doğru çalışmalar tamamlanmak üzere, ancak işi bitirdiğimizi anlayacak ve yaptıklarımızı onaylayacak bir merci yok ülkede. Ne Riyad'daki Belediyeler ve Kırsal Sorunlar Bakanlığında, ne Mekke Emirliğinde, ne de Mekke Belediyesinde bu değerlendirmeyi yapabilecek uzman kişiler mevcut değil. Bu nedenle Projenin sponsoru olan UNDP'den uluslararası bir jüri kurmalarını istedim. Kurdukları jüri genellikle gelişmiş Batı ülkelerinin üniversite hocalarından ve tanınmış kent plancılarından oluşuyordu. Bunların çoğu müslüman olmadığı için jüriyi Riyad'da topladık, zira müslüman olmayanlar Mekke'ye giremiyorlar, yasak. Her neyse, biz de çalışmalarımızı alıp Riyad'a Belediyeler ve Kırsal Sorunlar Bakanlığı’na gittik. Toplantılara jüriye ilaveten Kral Fahd'ın kardeşi olan Bakan, Müsteşarı, Kent Planlamadan sorumlu Bakan Yardımcısı, Mekke Emiri, Belediye Başkanı ve Belediye yetkilileri de katıldılar. Çok güzel bir toplantı oldu, Projeyi tamamladık ve Bakanlığa teslim ettik.
Ben de artık Türkiye'ye dönüş için Bakana veda etmeye gittim. Karşılıklı iyi niyet sözcükleri ve teşekkürleşmeden sonra Bakan bana döndü, ‘…. Bey, geçen sene şu vakitler siz bize şu faturayı isteseydiniz 1 milyon dolar daha fazla fatura edebilirdiniz ve biz de Sözleşme gereği bunu ödemeye mecburduk, ama yapmadınız, bunu neden yapmadınız, daha sonra bize daha büyük bir kazık mı attınız, gerçek nedenini bana söyler misiniz..?! Bakın artık iş bitti, el sıkışıp ayrılıyoruz, bundan sonra herhangi bir işlem yapacak değilim, sırf merak ettiğim için soruyorum’ dedi.
İlk anda çok şaşırdım, böyle bir soruya nasıl cevap vermeliyim diye düşündüm. Sonra dedim ki: ‘Bakın, çok farklı kültürlerden geliyoruz, siz burada genlerinde bedevi kültürü olan ve her şeyin çok kıt olduğu, bu nedenle de bu yokluklar içerisinde ele geçirilen her fırsatın yaşamsal önem taşıdığı çöl yaşamı koşullarında kişiliklerin oluştuğu bir dünyayı temsil ediyorsunuz, bu nedenle sizin için ele geçen bir fırsatı kullanmamak, kaçırmak aptallık gibi gözükebilir. Ama, ben Anadolu gibi her şeyin bol olduğu ve hiç bir şeyin yokluğunun hayati olmadığı, bolluk içinde bir kültürde yetiştim. Benim için önemli olan hak etmektir, ben o 1 milyon doları size fatura etmedim, çünkü böyle bir parayı hak etmedim, hak etmediğim bir şeyi de istemem, ben sadece hak ettiklerimi talep ederim.’
Bakan bana inanmadı, ‘Öyle şey olmaz, insan denen yaratık bencildir, önüne çıkan tüm fırsatları değerlendirir, sırf dürüstlük nedeniyle senin bu parayı talep etmediğine inanmam, mutlaka bunun içinde başka bir iş var ama sen bana gerçeği söylemiyorsun’ dedi.
Ben de ‘Kusura bakmayın, ben size farklı kültürlerden geldiğimizi ve sizin bu düşünce tarzını anlayamıyacağınızı zaten söylemişti’' deyip veda ettim ve ayrıldım.
İşte bir Arabın kafasının nasıl çalıştığına dair güzel bir örnek, gerisini siz hayal edin.