İtibar ne demektir?
“Ben çok eskilerde Moskova'dayken orada bir Brezilya Büyükelçisi vardı. Bu Brezilya Büyükelçisi zamanında kendi memleketinde Genel Sekreterlik yapmış, Dışişleri Bakanlığı yapmış saygın yaşlı bir adamdı.
Bize bir hikaye anlattı, Büyükelçiliğe bir yemeğe geldiğinde. Ben o zaman Büyükelçi değildim. Dedi ki, sizin, Brezilya'da Fuat Carım adında bir Büyükelçiniz vardı. Bu Fuat Carım İstiklal Savaşı'na girmiş, Birinci Meclis’te Milletvekilliği yapmış, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda Müsteşarlık yapmış, son görevi de Brezilya, Rio de Janeiro'da -o zamanki başkent olan- bir diplomat. Bu Fuat Carım Brezilya'dayken verdiği yemeklere genç parlak diplomatları çağırır, onlarla dünya meselelerini konuşur, felsefi konuları tartışır, Büyükelçiliğin oldukça şatafatlı ortamında bu konuşmalar bizim çok hoşumuza giderdi. Ben Türkiye'ye bir resmi ziyaret yaptığımda Bakan sıfatıyla, sorayım dedim Fuat Bey ne olmuş? Dedim ki Fuat Carım vardı, biliyor musunuz? Dediler ki, 'Biliyoruz, emekli oldu köşesine çekildi, evinde oturuyor.' Telefonla bağlattırdım, kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim, beni yemeğe davet etti. Kalktım bir gece onun evine yemeğe gittim; dört gün kalıyordum Türkiye'de, bir gece evine gittim. Tunus Caddesi'nde bir apartmanın çekme katında oturuyordu, asansör de yoktu, 5 kat çıktık, kapıyı kendisi açtı, beni içeriye aldı. Evinde çalışanı yoktu, evde de yalnızdı. Masasının üzerine temiz beyaz bir kağıt örtü sermişti. Kendi yaptığı yemekleri yedik. Orada oturduk ve dünya meselelerinden konuştuk, dünya meselelerinden bahsettik. O sıralarda Nasır, Mısır'da yeni bir girişim içindeydi. Bana Nasır'ı anlattı. Orta Doğu'ya bunun nasıl yansıyacağını anlattı. Brezilya'yı bunun neden ilgilendirmesi gerektiğini anlattı. Türkiye'yi anlattı, Türkiye'nin geleceğini anlattı. Bazı felsefi konuları da konuştuk. Ben evden ayrıldığımda gece yarısını geçmişti. Ve kendi kendime dedim ki: Sen ne mutlu bir insansın, böyle bir insan sana bir gecesini ayırıyor, seni evinde ağırlıyor, kendi yaptığı yemeği sana ikram ediyor. Fuat Carım'ın o kağıt serdiği masanın üzerindeki, Rio de Janeiro Büyükelçiliği’ndeki şatafatlı salonlardaki rahatlığındaydı hiçbir kompleks duymadan benimle eşite eşit konuştu.”
İşte, itibar bu. Ders alınacak o kadar çok şey var ki…
Belki Fuat Carım’ı daha yakından tanımak istersiniz diye onunla ilgili alıntı yaptığım birkaç bilgi notu vereyim.
Kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Savaşı gazisidir. 1892’de Halep’te doğmuş, 1913’te Mekteb-i Mülkiye’yi bitirmiştir. Kurtuluş Savaşı sürecinde Geyve Kaymakamı iken İzmit ve yöresinde Kuvayi Milliye’yi örgütlemiştir. Zafer sonrasında ise ilk Meclis’e İzmit milletvekili olarak girmiştir. Daha sonra Ali Fuat Cebesoy ile birlikte Sovyetler Birliği’nde dış göreve gitmiş, 1920 yazında Moskova ve Kazan bölgesi Başkonsolosluğu’na atanmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise Kopenhag, Milano, Marsilya Başkonsolosluğu; Cidde Elçisi, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekretreri ve son olarak da Rio de Jenerio Büyükelçiliği görevlerinde bulunmuştur.
1972’de İstanbul’da yaşamını yitiren Fuat Carım, Hür Adam gazetesinde yazılar yazmış ve oldukça ses getiren kitaplara da imza atmıştır: Cezayir’de Türkler, Kanuni Devrinde İstanbul (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati), Türklerin Denizciliği, Venezüella’lı Miranda’nın Türkiye’ye Dair Hatıratı, Marco Polo ve İbni Batuta, Tarihin Türk’e Yüklediği Çetin Görev, İşlenmemiş Konular.
Bizim ‘son kararımız’ı bilen var mı?
İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne girişi çok netameli olmuştu.
Fransızlar’dan iki kez ‘boykot’ yemişler, uzun bir uğraş sonucu kabul edilmişlerdi.
İngiltere, daha sonra AB ile ‘para birliği’ne girmedi. Hala ‘Sterlin/Pound’u kullanıyorlar.
İngilizler bir türlü AB’ye adapte olamadılar! Anglosakson kültürü bir türlü AB’nin çok kültürlü yapısıyla uyuşamadı, belki de hoşlanmadı demek daha doğru olur!
Yapılan anketlerde hep AB’ye bakış olumsuzdu. Son olarak İngilizler’in ünlü gazetesi Daily Express’in manşetinde, yeni yaptırdıkları bir anketin sonucu vardı:
‘Yüzde 51, AB’den ayrılmak istiyor.’
İngiliz kültürünü ve onun ürünlerini ifade etmek için kullanılan ‘Anglosakson’ kelimesi, bugün daha çok anadili İngilizce olan toplumlar, İngiltere, Avustralya, Kanada ve Amerika için kullanılıyor.
Dünya çok çabuk şekil değiştiriyor, alışılmış şeyler bazen fuzuli oluyor, gıpta ile bakılanların ise esamesi okunmayacak hale gelebiliyor.
İçimizdeki kutuplaşmayı, komşularla savaşı, kini, nefreti ve öfkeyi bir yenebilsek, kalkınmışların kervanına katılmak işten bile değil!
Ancak, ülkemizin gündemi bu değil! Hele yeni bir seçim dönemi geliyor ki, saydığım olumsuzluklar katmerlenecek.
Eskiden ‘Eller aya, biz yaya!’ denirdi. Şimdi, eller artık aya kolay gidemiyor; biz de yaya değiliz ama henüz ne olacağımıza, ne yapacağımıza da karar veremedik!