Chicago O’Hare havaalanı
Al Capone, Amerika’nın adı hala efsane gansteri! (Antepliler gangaster, der!)
Hakkında anlatılan o kadar çok hikaye varki, bilmediğim olursa mutlaka okurum.
Geçenlerde Amerika’dan arkadaşım gönderdi, çok ilginç buldum ve köşeme alıyorum. Hem şaşırtıcı, hem de öğretici!
İki hikaye anlatacağım, sonunda sürpriz bir şekilde birleştireceğim.
Önce birinci hikaye...
Amerika, 1930’lu yıllar...
İnsanlar ekonomik buhranın yarattığı yokluk içinde adeta kıvranmaktadır. Al Capone için tam da uygun bir zemin!
“Chicago benim, ben Chicago’yum” diyen, kenti haraca bağlayan, fuhuştan her türlü kanunsuz işe kadar akla ne gelirse yapan, rüşvete bağlamadığı memur bırakmayan azılı bir ganster Al Capone...
Al Capone’nun ‘Easy Eddie’ takma adlı bir avukatı vardır.
Eddie, mesleğinde bayağı iyi, kıvrak zekalı, kanunsuzluğu kanunlara uydurup çözüm üretebilen, maharetli biravukkatır. Bu sayededir ki, Al Capone hep hapisten sıyırmıştır!
Al Capone, aldığı hizmetin değerini iyi bildiği için avukatına hep büyük paralar ödemiştir. Yalnız para değil, o zamanlar pek kimsede olmayan yüzme havuzlu villa yaptırmıştır avukatı ve ailesi için...
Eddie, Chicago çetesiyle lüks içinde bir hayat sürdüğü için etrafında dönen vahşete aldırış etmemiştir!
Herkesin olduğu gibi Eddie’nin de yumuşak karnı vardı.
Taparcasına sevdiği bir oğlu vardı. Güzel elbiseleri, altında arabası ve mükemmel bir eğitim görüyordu.
Eddie, pisliğin içinde olmasına rağmen oğluna her zaman yanlış ile doğruyu öğretmeye çalışırdı. Oğlunun hep kendinden çok daha iyi bir insan olmasını isterdi.
Ancak bütün zenginliğine ve etkinliğine rağmen iki şey vardı ki oğluna veremiyordu!
Oğluna örnek bir baba ve iyi bir isim bırakamıyordu.
Bir gün önemli ve çok zor bir karar aldı. Yaptığı yanlışlıkları düzeltecekti. Savcıya gidip günah çıkaracaktı, Al Caponehakkında ne biliyorsa anlatacaktı. Adını temize çıkaracak, oğluna dürüst bir isim bırakacaktı.
Çete ile ilgili ifade verdikten sonra da başına gelecekleri biliyordu! Ama gitti, her şeyin sonu olacağını bildiği ifadesini verdi.
Nitekim daha bir sene dolmadan Chicago’nun bir caddesinde açılan yaylım ateşle hayata veda etti.
Oğluna, verebileceği hediyelerin en büyüğünü, ödeyebileceği en büyük bedelle verdi.
Polis, cebinde bir tespih, bir haç, dini bir madalyon, bir de bir dergiden kesilmiş şiir kupürü buldu.
İkinci hikaye...
İkinci dünya savaşı çok kahraman yarattı. Bunlardan birisi önyüzbaşı Butch O’Hare idi. Güney Pasifik’te görevliLexington uçak gemisinde savaş uçağı pilotuydu. Bir gün bütün filo göreve gönderilmişti. Havalandıktan sonra yakıt göstergesine bakınca deposunun doldurulmadığını farketti. Görevini yapıp geri dönmesi zordu! Filo komutanı gemiye dönmesini söyledi. İstemeyerek geri dönmek için filodan ayrıldı. Dönerken gördüğü bir şey adeta kanını dondurdu! Bir bölük Japon savaş uçağı, gemiye taarruza gidiyordu. Dönüp filoya haber vermesi mümkün değildi. Gemi de savunmasızdı ve onlara da gelen tehlikeyi haber veremiyordu. Yapacak tek bir şey vardı. Japon uçak bölüğünün arasına dalmak ve onları mümkün olduğu kadar oyalamaktı. Düşündüğünü de yaptı. Kendi güvenliğini hiçe sayarak bütün tek başına bölüğe karşı koydu. Cephanesi bitince de usta manevralarla düşman uçaklarının hassas bölgelerine dokunarak uçamaz hale gelmelerini sağladı. Sonuçta, 5 uçak kaybeden Japon bölüğü selameti kaçmakta buldu!
Uçak gemisine dönünce raporunu hazırladı, uçağına yerleştirilen kamera görüntülerini ekledi, böylece bütün hikaye tamamlandı. Bu olay, 20 Şubat 1942’de oldu.
Butch, terfi etti ve ABD Kongresi’nin şeref madalyasına layık görüldü.
Bir yıl sonra 29 yaşında savaşta hayatını kaybetti. Ama doğduğu şehir onun kahramanlığını asla unutmadı ve Chicago hava alanına onun adı verildi: Chicago Uluslararası O’Hare Havalimanı. Eğer yolunuz Chicago’ya düşerse, Terminal 1 ile 2’nin arasındaki salonda Butch’un heykelini görebilirsiniz. Kahramanlık madalyonu da heykelin boynunda asılı...
Bu iki hikayeyi nasıl birleştireceğimi düşünüyorsanız, onu da yazayım.
Butch O’Hare, Eddie’nin oğlu...