Suriye bu kez aşk meşkle gündemde!..
Son haftalarda Suriye ile ilgili 2 rapor yayınlandı.
Birisi Gaziantep Kent Konseyi’nin hazırladığı rapordu. Başbakan’a sunuldu. Diğeri TESEV’in hazırladığı Suriye Raporu.Daha önce de Dünya Bankası’nın hazırladığı geniş kapsamlı bir rapor var.
Ben hepsini okudum.Bana en gerçekçi Gaziantep Kent Konseyi’nin raporu geldi.Çünkü, verilen rakamlar tam olmasa da gerçeğe en yakın olanıydı.
Ama en çok okunanı hangisi derseniz, rapordan ziyade dün Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajdı derim!
Cumhuriyet’in muhabiri öyle bir ropörtaj yapmış ki, internette tıklama rekoru kırıyor.
İki gün arkası arkasına yayınlanan röportajın bazı bölümlerini seçtim! Merak edenler gerisini de bulup okuyabilirler. Durum gerçekten çok vahim! Ama yapılacak pek bir şey de yok gibi gözüküyor.
Savaş çığlıkları atanlar, bölünmeden korkmayanlar, yerinden yurdundan olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler aşağıdaki hazin satırları okuyunca acaba kafaları dank eder mi?
… Genç kadınlar, sahte gülümsemelerle masalara gelip oturuyorlar. Biri bekleme odasından çıkıyor... Arap kadınlarının alışkanlıklarına uygun bir şekilde kaşlarını aldırıp kalem çekmiş.“İçkili sazlı restoran” ya da “müzikhol” diye yumuşatılmaya çalışılan pavyona uygun olarak giyinmiş.Dışarıda kar yağarken dar, mini bir şortun üzerine geçirdiği straplez bir kıyafetle gelip oturuyor.
İsmi Yıldız… Kadehler birbiri ardına kalkarken, “şerefe” sözüne takılıyor.İki yıldır Türkiye’de yaşadığı için Türkçeyi de iyi konuşuyor.Buruk bir tebessümle “Şeref bizde ne gezer?” diye söyleniyor.Ardından da bir kahkaha atıyor. Babası Suriyeli, annesi Iraklı bir kadının adının “Yıldız” olması hiç inandırıcı değil. Biraz ısrardan sonra, gerçek ismini de öğreniyoruz.Necma... Zaten “Necma” Türkçede “yıldız” demek.27 yaşında... 8 yaşında bir erkek çocuk annesi.Necma, çocuğunu iki yıldır göremediğini, çünkü onun savaşmak için Suriye’de kalan kocasının yanında olduğunu söylüyor.
… Necma, Türkçenin yanı sıra Kurmançe ve Farsça da konuşuyor. Kendisine Gaziantep’in “görece pahalı bir yeri olan” İbrahimli’den ev tutulduğunu anlatıyor. Başına gelenleri Gaziantep pavyonlarının sistemine değinmeden anlatmak eksik kalıyor. Buradaki yapıyı da içeride uzun yıllardan beri çalışan bir “emektar” olan A. anlatıyor: “İstanbul, İzmir, Adana pavyonlarında çalıştım. En serti Gaziantep’tir.Masaya gelen içki yarı yarıya yazılır.Yarısını mekân sahibi, yarısını biz kazanırız.Ama borçluysanız durum değişir.Bir kere bir borç aldınız mı yandınız demektir.Onu taksit taksit ödetirler.Bir yerde mutlaka tıkanırsınız.Ödeyemediğinizde yevmiye usulü çalıştırılmaya başlarsınız. Kimse, size borcunuz sıfırlanana kadar masada içilen içkinin yarısını vermez. Daha çok borçlanırsınız.Bu sefer sadece pavyonda çalışmakla kalmaz, fuhuş batağına çekilirsiniz.”
… Yolumuz Gaziantep’teki Karkamış çadır kentine düşüyor.Burası 8 bin sığınmacının yaşadığı bir kasabayı andırıyor.Sadece içerisi değil dışarısı da Suriyeli göçmenlerle dolu. Aklımızda sorular... Suriyeli sığınmacı kadınlar nasıl oluyor da bataklıklara sürükleniyor.
İmam nikâhı adı altında kadın satışı, “mağdurlar üzerine kurulu et pazarı” iddiaları gerçeği yansıtıyor mu? Karkamış kampının önünde, bir kısmı çay ocağı olarak işletilen salaş markette Suriyelilerle buluşuyoruz.A.K. ve M.K., çadırlardan sorumlu iki sığınmacı.Onlara “muhtar” deniyor.
Karkamış kampında “dayı başı” olarak da adlandırılabilecek 31 muhtar bulunuyor.Bir tercüman aracılığıyla merak ettiklerimizi “o iki muhtara” soruyoruz. Kampın giriş çıkış saatlerinin sabah 8.00 ile akşam 21.00 olduğunu öğreniyoruz. Ne var ki bu saatler idarenin izniyle esnetilebiliyor.Kamptan çıkanlar genellikle arazi işlerine gidip, özellikle fıstık ve zeytin tarlalarında çalışıyorlar. Kış aylarında iş az. Ancak yazın, ortalama bin kişi dışarıda çalışmak için kamptan ayrılıyor. Genel bir değerlendirmenin ardından “başka konulara” da yatay geçiş yapıyoruz...
… Kamplarda kadın satıldığı doğru mu?A.K., gülüp, “Hoca nikâhı” diyor. Bir diğer muhtar M.K. işin mahiyetini anlatıyor: “Kamptan Suriyeli bir kadın almak isteyenler oluyor. Önce tanışmak lazım… İdareden kâğıt alıp içeriye girebiliyorlar.Böylece kadına bakıyor, tanışıyorlar. Sonrasında isterlerse onunla evleniyorlar.”
Nikâhın, kampa yakın bazı evlerde kıyıldığını anlatıp, bu tür evlilikler için kimlerin aracı olduğundan bahseden M. K.sözünü esirgemiyor, “Bu işte bizler de dahil olmak üzere çok sayıda aracı var. Kampın içinde ve dışında işbirliği yapılır. Adam fazla... ”
Elbette bu tezgâhın bir bedeli var. Zaten, işi mide bulandırıcı hale getiren de bu durum. Tespit açık, kampta
imam nikâhı kılıfında sığınmacı kadın satılıyor.
… M. K., fiyatlardan ve sığınmacıların yaşlarından söz ediyor: “Evlilik yaşı 15- 50 arasıdır. 5 bin TL karşılığında kadının kökünü alırsın. Daha da aşağı olur tabii. Pazarlığa açıktır. Babası para istemez.‘Kızım kendini kurtardı’ diye düşünür. Bu para, aracılar arasında pay edilen bahşiş, rüşvettir. Kadına yüzük, bilezik gibi ziynet eşyaları takılır.”
Sohbet esnasında ülkesinden savaş nedeniyle ayrılan bir kadının, para için bir başkasına verilmesinden sonra da dramının bitmediğini öğreniyoruz, M. K. devam ediyor: “Resmi nikâh şart olmadığı için kadını bırakmak kolay. Kamptan ayrılanı kayıttan düşerler.Kadını kullanıp geri getirenler çok.Üstelik taktıkları ziynet eşyalarını da geri alıyorlar.Kadını öylece kapının önüne bırakıp gidiyorlar. Kamp, kadını geri almak zorunda...”
M.K. “Bizde çok günah” dese de Şii mezheplerinde uygulanan “muta” yani günübirlik nikâhının yaşandığından da söz ediyor: “Kim denetleyecek, tarlada bahçede çalışan kadın da aracı da çok. Gecelik ilişkiler de olur. Kampa ‘o gün’ dönmeyeni personelden idare eden bulunur.”
… Mehmet E, Ahmet’in bıraktığı yerden sözü alıyor: “Şaşıracak bir şey yok. Biz zaten öteden beri kız alırdık.Savaştan beri bu işler kolaylaştı.Sadece Kilis’te değil, buralarda, Gaziantep’te, Şanlıurfa’da herkesin bir yandan tutması vardır.Şimdi Kilis’e Ankara’dan, İzmir’den, İstanbul’dan kız almaya gelen oluyor.Yaşı hayli fazla olan bir esnaf arkadaşımız var. Dükkânında 14 yaşında bir kız çalıştırıyor.Kafayı ona takmış. ‘İlla ben bu kızı alacağım, babasıyla konuştum’ diyor.”
Söz burada bitmiyor. Mehmet E. çekinmeden resmi nikâhı dışında iki eşi olduğundan söz edip şakayla karışık ekliyor: “Yeni bir tane daha alacağım. Ama zordur ha! Kimisi bir kadının kahrını çekemezken…” Sessizliğin ardından aynı şey bir kez daha yineleniyor: “Şaşırmayın, öyle bir günde buraları kavramak kolay değil.”
Peki… Üstüne kuma getirilen kadınlar bu durumu anlamıyorlar mı?
“Anlamaz olurlar mı hiç” diyor Mehmet E. “yüzlemezler sadece, anlasalar ne yapacaklar ki!”