Çıkış Noktasından Bahar Havası İhtiyacına…
Görünen siyasal manzara o ki, Türkiye yeni bir çıkış kapısına doğru yönelmiş bulunuyor. Bulunuyor ama, bu kez “dişi kurt Asena” yok ortada.
Yok ama, siyasal partiler yeni çıkış kapıları gösteriyor yurttaşlara… Bir yanda “- Yeni anayasa da, yeni anayasa!..” diye ısrarlı çağrışımlar; diğer yanda kimi sosyal olanaklar vaadi ile umut dağıtanlar. Her partide bir umut tacirliği havası…
Siyasetçinin görevi midir hep pembe tablo çizmek?.. Hele de seçim zamanı…
“Kırk dereden su getirilir “, bahane yaratılır, rakipler karalanır eski vaadlerin unutulması için… Yeni umut defterleri açılır, yeni hesaplar tutulur, böyle zamanlarda… Kısacası, köprüyü geçme heyecanı içinde yeni-yeni umut kapıları aralanır. Siyasal tarihimiz her seçim döneminde bu tür akıl almaz desteksiz/mesnetsiz atış örnekleriyle dolu bulunuyor. Siyaset mezarlığımız ise böyle iz bırakmadan “desteksiz atanlar”la, dolu ne yazık ki…
İnanmayanlar 1970’lerden sonra yaşanan seçim dönemlerine ait gazeteleri alıp bir okusunlar lütfen. Görecekleri, “hep günü kurtarma” ve” koltuğu kapma” samimiyetsizliği içinde söylenmiş sözler. Yeri gelmişken belirteyim: 1950’lerde DP döneminde Kayseri’ye liman vaad eden adayın TBMM çatısı altına milletvekili olarak gelişini görme şanssızlığını yaşamadık mı bu ülkede?
Hayat pahalılığından dert yanıp ucuzluk getireceğini vaad edenlerin yaşattığı hüsranlar… “Orta direk… Orta direk!..” deyip bu alanda çalışanlara umut dağıtıp sonra “ sık boğaz edip” canına okumalar… “Parasız eğitim” deyip dershaneleri icad edenler… “Benzini, mazotu ucuzlatacağım!..” deyip tam tersini yapanlar… Üreticinin ürününün hemen alınıp bedelinin anında ödeneceği boş vaadinin yarattığı üzüntüler… İlietişimde alınan vergilerin azaltılacağı söyleminin unutulup “güme gidiş”inin yarattığı hayal kırıklıkları… Konut düşü görenlere çift anahtar vaadinde bulunanlar…
Daha nice boş balonlar/vaadler!
Şimdi soralım: Böyle desteksiz atıp seçmeni kandırmak mübah mı? Yani din katında doğru mu? Madem bunca yıldır siyaseti dine, dini siyasete - işimize geldiğince- bulaştırdık, böyle bir soru sorma hakkımız da omalı yani?
x xx
Sözü siyasetten din alanına taşıdık, o zaman devam edelim. Bana söyler misiniz, üzerinizde pislik varken namaz kılabilir misiniz? Ya da aynı durumda camie girebilir misiniz?
Namaz kılamaz, camie giremezsiniz tabii ki… Peki, yalan konuşmanın da dinen haram olduğunu, yasak olduğunu biliyoruz di mi? Bilmez miyiz, biliyoruz. Biliyoruz da,siyaset kürsüsüne çıkıp seçmene yalan söyleyip, onu kandırıp/aldatıp oyunu almanın vebali/günahı kimin? Onu aklımızın ucuna/köşesine getirmek istemiyoruz.
Camie girecekken üzerinizdeki/elbisenizdeki pisliği gördüğünüzde onu yıkayıp/temizleyip ibadet için içeri girebilirsiniz. Amaa… Bir seçim boyu her kürsüye çıkışta seçmenlere yerine getirilmeyecek vaadlerde/yalanlarda bulunup sonra abdest alıp camiide namaz için saf tutmak nasıl bir şey anlayamıyorum. Birinde pisliği yıkayıp temizliyosunuz, ondan sonra ibadetinizi yapıyorsunuz. Diğeri öyle değil ki?.. İnsan olanın içini karartan bir durum… Deterjanla yıkansa, ovulsa, hatta -olmaz ya- insanı çamaşır makinesine atsanız içindeki yalan/aldatma pisliği çıkmaz. O zaman bu manzara karşısında ve bunca deneyimden sonra şöyle mi söylememiz gerekiyor: “ Siyasetçilerimiz (örnek insan) olma savaşımını kendi vicdanlarında/iç dünyalarında verip mutlaka galip gelmek durumundalar.”
x xx
Siyaset kurumunun geldiğilumsuz nokta gün gibi ortada… Sorun; ülkeyi yönetmeye talip olan siyasetçinin rakibini karalamak değil, ortak bir noktada buluşup ülkede “bahar havası” estirme hünerinde…
Geçmişte siyasal kriz yaşandığı dönemlerde hep “yuvarlak masa “etrafındaki görüşmelerle rayından çıkmak üzere olan demokrasi yeni ufuklara taşındı böylece. Bugünün “çıkış noktası”na ise; “bahar havası” yerine zıtlaşarak, “inadım inat…” havasında gidilmesi demokrasi adına çirkin bir manzara oluşturuyor.
Kısacası; günümüz siyasetçisi ülke için “çıkış yolu” ararken önce kendi iç benliğinde güzellikler yaratıp bunu rakiplerine sunabilme centilmenliğini gösterebilmeli.