Derin devletin Koç ailesine ve ülkemize armağanı mı?
İnan Kıraç hazretleri, Cumhuriyet Gazetesi’nden Cüneyt Arcayürek ile Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız’a verdiği demeçte, “Güvenilir kaynaklardan bilgi aldım. Genel seçimlerde CHP birinci parti olacak.Sizinle bahse girerim. Birinci parti olmazsa size ne isterseniz alırım. Ne isterseniz” demiş.
Aynı adam, kaset skandalı çıkmadan birkaç ay önce Baykal’a gidip, “Kurultay’da Onur Öymen, Önder Sav ve Mustafa Özyürek’i listeye alma” diye uyarma cesaretini kendinde görebiliyor.
Nedir yani! Derin devletin Koç ailesine ve ülkemize bir armağanı mıdır bu İnan Kıraç?
***
Son zamanlarda İnan Kıraç ile ilgili olarak okuduklarımızın şaşkınlığı ve derin düşüncesi içindeyiz.
Baksanıza, adam Galatasaray gibi Türkiye’nin köklü bir kulübünü yıllardan beri parmağında oynatıyormuş da, damarlarındaki kanın sarı-kırmızı aktığını söyleyenlerin bile ruhu duymuyormuş.
Böyle bir kepazelik olur mu?
***
Tıpkı Türkiye’de de yıllardan beri her şeyi derin devlet sevk ve idare ederken vatandaşın sandık başına gidip, her şeyi oylarıyla kendisinin tayin ettiğini sandığı gibi…
Madem her şeyi İnan Kıraç yönetiyor, o zaman ne gerek var kongreye, adaylığa?
Milyonlarca taraftarı aptal yerine koymanın ne gereği var?
Sonra İnan Kıraç kim ki bir spor kulübünü bu kadar korkusu ve etkisi altına alabilsin?
Yalnızca para, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin damatlık nedeniyle ortağı olmak, ona bu gücü verebilir mi?
***
Sanem Altan’ın 2010 yılında Çetin Emeç’in eşiyle yaptığı röportajı çok iyi hatırlıyorum. “Ben Atatürkçü bir kadınım. Suikastin arkasında hep İran var diye düşündük. Öyle inanmak işimize geldi” diyordu. Bu röportajdan sonra İnan Kıraç Bilge Emeç’i arayıp, “Nasıl böyle konuşursun, benim haberim olmadan nasıl böyle bir röportaj verirsin” diye iyi bir fırça atmış.
Bilgi Emeç, Sanem Altan’ı arayıp, yazılanları inkar etmesini, yalanlamasını rica ediyor. “Çetin öldürüldükten sonra bize İnan Kıraç kol kanat gerdi. Bu röportaj onu çok kızdırdı” diyor.
İnan Kıraç da fırçasının arkasında duruyor, “Böyle konuşup eski olayları deşelemenin ne gereği var. Katilleri hapiste” diyor.
Hapiste olanların gerçek failler olduğunu iddia ediyor.
İnan Kıraç kim oluyor da, kendini aydınlatılmamış, gerçek failleri ortaya çıkarılmamış bir cinayetin göstermelik sanıkları olduğu söylenen bir dava ile ilgili olarak bu kadar net konuşabiliyor?
İnan Kıraç kim oluyor da aile dostu diye eşinin öldürülmesinin ardından kol kanat gerdiği bir kadının konuşma özgürlüğünü elinden almaya yeltenebiliyor?
Yalnızca para, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin damatlık nedeniyle ortağı olmak, ona bu kadar gücü verebilir mi?
***
Belli ki yalnızca Vehbi Koç’a damat olmakla kalmamış İnan Kıraç, siyasetten spora, spordan faili meçhul cinayete kadar her konuda yaşam alanımıza girmiş.
Koç Ailesi’nin, yıllardan beri devletin özel koruması altındaki zengin bir aile olduğunu biliyorduk ama, damadın bu kadar muktedir ve güçlü olduğundan bihaber kalmışız doğrusu!
Çook uzun seneler, çook yüksek gümrük duvarları ile korunarak, tüketiciye üretebileceğinin en vasatını üreterek dayatmak ve vatandaşın sırtından servetine servet katmak gibi bir ayrıcalık yaşadı Koç Ailesi.
Beyaz eşya ve otomotivde, sıfır rekabetle yıllarca işin kaymağını yedikten sonra, enerjideki tatlı karın peşine takıldılar.
***
Geçenlerde İstanbul’dan bir arkadaşım aradı. Evine alacağı beyaz eşya için onu Arçelik’in büyük bir showroomuna götürmüşler, “Görüntüsü cilası yerindeydi. Ama artık asla evime bir Arçelik sokmam. Bize yıllarca kalitesiz malları dayattılar. Devletin bu kadar koruması altında, rekabetsiz bir ortamda en azından vatandaşa daha kaliteli ürün sunulabilirdi” dedi.
Baktım da yalnızca ben değilmişim, böyle düşünen. İnsanlar kolay kolay sesini çıkarmıyor ama, her şeyin de farkında yani!
***
Şimdi diyeceğim o ki! Devlet bir takım insanları ve müesseseleri neden bu kadar özel bir koruma altına alır?
Devlet herkesin devleti olduğuna göre, bazılarına ayrıcalık sağlayıp, rekabet ortamı yaratılmasına engel olmak hangi ekonominin kurallarına dahilindedir?
Düşünüyorum da, devletin sağladığı tüm bu ekonomik ayrıcalıklar yetmiyormuş gibi, derin devlet de Koç Ailesi’nin kucağına nur topu gibi damat bırakıp, “Alın bu da hem sizin, hem de devletin ali menfaatlerini mi korusun” mu demiş acaba?
Yoksa, böyle her konuda etkili ve yetkili olmaya kalkışmak yalnızca damatlık nedeniyle zenginliğin bir tezahürü olabilir mi?
Tartışıp duruyoruz, bakalım sonunda ne çıkacak?