ENERJİ POLİTİKALARI

Ülkemizin enerji stratejisi, eğer varsa, çok tehlikeli bir yöne doğru gitmektedir. Bunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Nedenini siz de merak ediyorsunuzdur.
İspanya’nın, Yunanistan’ın Avrupa’nın lideri olma yolunda Almanya ve Danimarka’nın ve de en son olarak ABD'nin rüzgar enerjisi kullanımındaki sıralamasını izlerken, 1998’den beri rüzgar konusunda çok fazla laf üreten ülkemiz yetkilileri ile kıyaslandığında ne kadar acı tabloların var olduğunu görmemek mümkün değildir.
Teknolojik gelişmelere meraklı her insan güncel konuları öğrenmek ister. Nükleer enerjinin bu kadar çok konuşulması gerçekten önemli bir konumudur. 1950’li senelerde Ankara’da Kurtuluş semtinde bugünkü buz pateni binasının olduğu yerde at arabalarının atları otlardı. O tarihteki adı ise fidanlık olarak anılırdı. Amerika’dan gelen ve de Türk Hükûmetinin izni ile küçük bir reaktör bu alana kuruldu. Bir-iki sene bu fidanlıkta bombeli şişme bir çadır içinde, bu reaktör faaliyet gösterdi. Bu reaktörün kapasitesinin ne olduğunu pek hatırlamamakla birlikte, bu reaktör bir veya iki sene burada faaliyet gösterip, daha sonra sökülüp kapatıldı. Reaktörün içinde Amerikalı insanlar çalışmaktaydı. Bir iki sefer çalışan bu insanlarla temasa geçtim ve beni reaktörün içine almışlardı. Birkaç metre çapında bir havuzun içinde ince borular bulunmaktaydı. Havuzun iç kısmında bulunan sıvının ısı değerlerini kontrol edip, tohumların radyasyona verdikleri tepkilere bakmaktaydılar.
Fidanlık bir süre sonra Kurtuluş Parkı olarak yeniden düzenlendi. Kurtuluş Parkı’nda reaktörün bulunduğu yer tel örgülerle çevrildi ve 10-15 sene buraya kimse sokulmadı. Tel örgülerin dışına da inşaat molozları döküldü. Böyle bir reaktör bilim adına daha sonra İstanbul Büyükçekmece gölünün yüksek bir tepesine kurulmuştu. Bir Nükleer santralin eğer sadece 1 reaktör yapmak ve toplumun merakını gidermek ve de teknolojiye hürmet için yapılması gerekiyorsa buna taraftarız. Ama sanıyorum ki konu bu olmasa gerek.
Konuyu başka yönden incelersek iki ayaklı yürüyen ve düşünen hayvan olan insanın merakı için olmasa gerek. Sadece 1000 MW’lik bir adet nükleer reaktör ülkemizin 2 yıllık ihtiyaç artışını bile karşılayamaz. Bu nedenle nükleer santral yapılması ülke menfaatlerini karşılamaktan uzaktır. Bakınız inşaatı ve üretim için belirlenen kilovat saat satış fiyatı hiçbir yenilenebilir enerji santralına tanınmayan ücretlerle sözleşmeler imzalandı. Ülkemizin toplam kurulu gücü 120,784 MW olduğu için 1000 MW bir enerji santralı hatta 10 MW bir nükleer enerji santralı eskilerin tabiriyle ‘DEVEDE KULAK’ misali kalmakta. Diğer santraller oldukça kısa sürede devreye girebildiği halde, Nükleer santralarının ÇET ve diğer müsaadelerini bir kenara bırakın yapım sürecinin çok uzun olduğunu bilmekteyiz.
Ayrıca Türkiye’nin mevcut hali itibari ile birçok sanayi kapatılmış, birçok sanayi dalı fabrikaları söküp MISIR ‘a göç ettiğinden, arz talep dengesinde enerji fazlamızın olduğu bir gerçektir.
Tabii Nükleer santralin Rusya ile yapılan bir sözleşme ile AKKUYU’da yapılmasına karar verildi ve çok yüksek bir fiyatla enerji alım garantili bir santralın yapımına başlandı. Ancak santral yapımından evvel AKKUYU’ya santral temeli atılmadan evvel, Ruslar tarafından AKKUYU limanı yapılmaya başlandı. Bir Nükleer santrali gelecek olan her türlü saldırıdan korumak için askeri gemilerin orada konuşlanmasını sağlayacak olan bu liman RUSYA’YA Akdeniz’de bir askeri üsse sahip olmayı temin etmekteydi. Bu nedenle santralın yapımından evvel RUS yatırımcılar, öncelikle liman yapmayı hızlandırdı.
Bilir misiniz liman hemen hemen bitti sayılır. Santralin yapımının zaman alacağını, hatta hiç açılamayacağını düşünmekteyim. Ne de olsa RUSYA için, askeri ÜS konusunda gerekli her şey sağlanmış oldu.
Ülkemde çok az insan bu konuda konuşmakta, hatta konunun ne derecede kritik olduğunun farkında bile olamamaktalar. Akdeniz’de bir Rusya-Amerika restleşmesinin bile Türkiye’nin kaderinde neleri değişeceğini hiç düşündünüz mü? Nükleer santralin olası bir arıza safhasında yayılacak radyasyonun etkisi hangi boyutta ve de hangi coğrafyayı etkisi altında tutacağı çok önemlidir.
Tabii nükleer atıkları ne yapacağımızın akıbetinin de meçhul olduğuna inanmaktayım. Hani her konuda olduğu gibi bizler gelecek nesillere çözülmesi zor problemler bırakmakta bir yarış halindeyiz. Sadece Nükleer santrallerin akıbeti değil, çevre ve iklim konusunda da sınıfta kaldığımıza inanan insanlardanım.
Hiçbir şeyin düzgün akmadığı bir coğrafyada yaşayan bizler, yarınımızdan son derecede endişeli olduğumuzu, sadece enerji konusunda değil, sanayi yatırım politikaları, tarım politikaları, bilhassa hayvancılıktaki yanlış politikalar, yeraltı zenginliklerimizin başka ülkelerin menfaatlerine, belki şahsi çıkarlar için peşkeş çekilmesini kabul etmek mümkün değildir.
Ümidim olmasa da gelecek nesillerin bu bozuk düzeni, fabrika ayarlarına geri döndüreceklerini ümit etmekteyim diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
