Yalanla günlük başarılar yakalanır ama…
Çernobil Nükleer Santrali’nin belleklerimizdeki izi giderek silindi. 1986 yılında yaşanan Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yaşanan bu facianın üzerinden tam 29 yıl geçmiş bulunuyor.
Unutulmaması gerekirdi, ama unuttuk gitti.
Çok iyi anımsıyorum nükleer santralin infilakı sonrası bölgemizde şiddetli karayel rüzgârı esmiş, radyasyon yüklü bulutlar yağmurla birlikte tüm Doğu Karadeniz’i kaplamıştı.
Nükleer alanda uzman değildik ama, bir gazeteci olarak az-çok işin püf noktaları üzerinde kafa yoruyorduk o günlerde…
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD, Japonya’nın Nagazaki ve Horoşima kentlerine attığı atom bombalarının yarattığı nükleer yıkımı biliyorduk en azından… Çernobil sonrası Karadeniz’de herkesin endişesi/kuşkusu /korkusu radyasyondan etkilenmekti. Her şey ortada/göz önünde idi. Belli ki, karayel rüzgârı ve yağmurla birlikte radyasyon da bölgeye gelmiş, herkes bundan etkileniyordu. Ancak her hangi bir resmi açıklama yoktu.
Her şey “günlük-güneşlik”ti kimilerime göre…
O günlerde yönettiğim Kuzey Haber gazetesinde arkadaşlarımın süper çalışması sonucu sürmanşetten verdiğimiz “Radyasyon Trabzon’da!” haberi resmi-sivil herkesi ayağa kaldırmış, kimilerinin kulağına soğuk su kaçırmıştık.
Yorum/haber, yerden-göğe değin doğruydu.
Ama, ertesi gün Valilikten resmi açıklama aldık: “- Trabzon’da radyasyon yok!.” Trabzon Valisi ne yapsın ki?
Bizim açımızdan kimle/kimlerle kavgalaşacağız ki?
O sıralar koca-koca adamlar televizyon kanallarına çıkıp, “Bakın, biz radyasyondan etkilendiği söylenen Rize Çayı içiyoruz.” deyip milletin gözünün içine baka-baka yalan söyleyip, Seylan Çayı içen mi ararsınız, yoksa, “Biraz radyasyon almakla bir şey olmaz ” diyen ve aslında işin sorumlusu olup bu korkunç olay karşısında vurdum duymaz davranan muhtereme (!) mi kızarsınız?
O sıralar, radyasyonun ülkemiz üzerindeki “etkisizliği”nden dem vuran hükümet sorumluları, fındık hasat mevsimi geldiğinde ürün alımına sınırlama/kısıtlama getirip “radyasyondan etkinen -etkilenmeyen” ayırımı yaparak; bir gazete olarak savunduğumuz “Radyasyon Karadeniz’de!.. “ tezimizi doğrulamışlardı.
Kısacası “resmi ağız” resmen yalan söyler duruma düşmüştü.
Yine o dönem radyasyondan ülke olarak zarar görmüş, insanımız sağlık açısından büyük tehlikeyle karşı karşıya olduğunu da yazıp karşı taraftan tazminat isteme hakkımızın olduğunu anımsatmıştık.
Ama ne oldu? Ünlü öykücümüz Sait Faik’in kitabını adı gibi “Havada Bulut”, sen bunu unut…
Çernobil olayının üzerinden tam 29 yıl geçti…
*****
“Yalanın bini bipara…” diye söyleye geldiğimiz bir deyim var. “Ne kadar büyük yalan söylerseniz o kadar inandırıcı olursunuz” diye de bir başkası…
Geçer akçeliği var mı böyle söylemlerin? Ya da bu yolu kendilerine yeğleyenlerin inandırıcılığı? Zaman hiç şaşmadan notunu düşüyor tarihe… Radyasyonlu deyip Seylan çayı içip milleti kandıranlardan anılır ne kaldı arda?
Yalan aydınlanmış toplumlarda tedavüle çıkamaz.