Futbol kimsenin çiftlik alanı değildir.
“Kendi başına buyruk”luğun acı sonuçlarını bu ülke insanı çok yaşadı. Bir fırsat yakalayıp “suyun başına geçen” kimileri “Bildiğim bİldik…” havalarıyla kendi başlarına aldıkları her kararı milletin önüne koyup kabul görsün istediler hep… Bu, “Ben istiyorum, olacak/yapılacak!” emrivakiliğinden öte; çıkılan “çok bilmişlik ağacı”ndan hükmedilen ukalalığıdır böylelerinin.
Çok gördük, çok yaşadık… “Demokrasi geldi” bilmezliğine sığınıp demokrasiyi kirletenleri… Daha çok insan hakları/hürriyet diyerek ne haltlar yenildiğini, demokrasiyi kendi dar kafalarının kalıpları içine hapsetmeyi… Daha nice-nice bilmemişliğin ve kendi kafasına göre takılmanın keyfi eylemleri…
***
Spor toplumların eylemsel anlamda canlılıklarını/diriliklerini sergiler, ifade eder. Öyle olmasa, lütfen düşünür müsünüz, nasıl bir dünyada yaşar olurduk? Heyecansız, sporun kazandırdığı dostluklar/arkadaşlıklar, dirilikler, heyecanlar yok… Tarihten biliyoruz ki, insanoğlu doğduğu andan itibaren sporla haşır-neşir olmuş, bugüne gelmiş… Şimdi de sporu daha çok yaygınlaştırmanın peşinde insanlar/uluslar…
Anadolu topraklarının sporun anavatanı olduğunu biliyorsunuz. (Anadolu’da ilk maraton koşusunun düzenlendiğine başka bir yazımda değineceğim.)
Bu gerçek bizim övüncümüz. Ama bunun üzerine yeni-yeni övünç taşları/tuğlaları koymayı bilmiyor, sporu kişisel çıkarlarımız/kaprislerimize alet etmeyi hüner sayıyoruz kendimize… Gerçeği kabul etmiyor, dolaylı yollardan spora kir/pislik, şike, doping bulaştırıp kendimizi kandırıyoruz. Futbolda, atletizmde, güreşte, halter dallarında şike, doping utancı çarpılıyor ha bire yüzümüze…
Tabii ki bunlar iş bilememişlikten, işi ehline vermemekten kaynaklanan bir acı manzara… Bu ülkede nice insanların hizmet için ömür tükettiklerini biliyoruz. Tabii ki her alanda çok farklı isimler, mümtaz kişileri var bu ülkenin...
Sporumuza da hizmette ömür/yaşam adamış/tüketmiş nice değerlerimiz var. Saymakla bitmez. Her birine sonsuz vefa borcumuz varken, çoğu kez onları en yerinde, en zamanında unuttuk, açtığımız modern kapalı spor salonlarına nice eğitim kurumumuz, sanatsal alanlar dururken örneğin, İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif Ersoy’un adını verdik. Bu nasıl duyarsızlık, kararı siz veriniz. Çünkü, öte tarafta salon sporlarında ülkemizin yüz akı olmuş, sporcularımızın mezarda unutulmuş olmalarının üzüntüsünü yaşadıklarını görüyor gibiyim.
***
Futbol sezonu heyecanlarla açıldı. Her kulübün, her futbolcunun başarılı olma amacına yönelik temiz duygularını saygı ile karşılıyoruz. Ama geçen yıllardan gelen “şike kirliliği” daha ortadan kalkmadı, pis kokusu devam ediyor. Böyle bir ortamda geçen sezona “Süleyman Seba Yılı” adını veren Futbol Federasyonu, bu yıla da “Hasan Doğan Yılı” adını biçti/verdi. Tabii ki, bunlar akıl işi… “Akıl akıldan üstündür” derler de, böyle bir karar alırken artık ülkenin ekonomisini bile etkileyen bir konuda karar vermeyi, sezona böyle bir adın verilmesini Federasyon kime sordu merak ediyorum. Anket mi düzenlemiş? Sormuş, soruşturmuş mu? Rahmetli Hasan Doğan da elbette Türk futboluna hizmette bulunmuştur. Ancak, Rahmetli Doğan’a hangi amaçla vefa borcu ödemek düşünüldü? Hadi böyle bir uygulamayı kabul ettik diyelim, Federasyon gelecek yıllar için ad belirleyip bir sıralama yaptı mı? Yoksa “yazı-tura” atarak mı belirlenecek bu uygulama her sezon başında?
Nerede Ulvi Yenal’ın, nerede Hasan Polat’ın, nerede Orhan Şeref Apak’ın adları? Ve diğer futbol değerlerimiz?
Bilmezler ki… Çünkü tevellütleri/doğumları yetmez…