“ Siyasi bahar”ı başarısızlıklar engelliyor…
Aylar… Mevsimler… Yıllar. Birbirlerini tamamlayıp tarihe not olarak düşüyorlar. İsteyen herkes “günlük” tutabilse zamanının durak noktalarında soluklanırken nerede, ne zaman, ne yaptığı, ne düşündüğü konusunda “tarih aynası”nda kendisini görecek, ama neredee? Kendi tarihini yazan, “günlük” tutan kaç kişi var ya da biliyorsunuz aramızda? Oysa öylesine gereksinim var ki günlük tutmaya…
Batılı toplumlarda hemen herkes günlük yaşamlarını bir kenara yazmayı biliyorlar. Bakıyorsun 3-5 kuşak öncesinde büyük-büyük dedelerinin tuttukları notlar gelecek için o ailelere bir pusula görevi yapıyor. Diyeceğim o ki; Batı insanının bize olan bir farklı üstünlüğü de “günlük” tutmaları… Bu kişisel bir sorumluluk onlar için… Ailelerin tarihleri böyle oluşmuş Batı’da…
Kişisellik yanında, kurumların da kuruluşlarından itibaren akıp giden zaman içinde durumlarını belirten tarih notlarının yazıldığı defterler maalesef tutulmuyor bizde… Örneğin kentteki her hangi bir kuruluşun tarihini, üst düzeyde kimlerin, hangi tarihlerde görev yaptıklarını sorsanız apışıp kalanlar göreceksiniz. Çünkü bu konuda ne bir not tutulmuş, ne de bir kenara bir not düşülmüş.
Bizde, kurumlarda da bellek zafiyeti yaşanır bu nedenle… Oysa kentin tarihsel belgeliği her bir kurum tarihinin diğerleriyle bütünleşmesi sonucu oluşur. Oluşmasına oluşur da, peki bu konuda bugüne değin hep sığ araştırmalarla yetinilmişse ya da hiç yapılmamışsa ne olacak şimdi?
Bu konuda Batı’daki çalışmaların tarihsel derinliğinin yanında; bizim bu çalışmalara daha yeni-yeni başlamış olmamız bir başka eksik yönümüz ayrıca. Her ilimizde halâ bir “Kent Müzesi” oluşturamamış, üstelik “yerel tarih” adına tarihsel önemi olan materyalleri de şimdiye değin saçıp-savurmuşuz yıllar-yılı… Korumamışız… “Sonradan aklı gelme” kimliğimizle de geçmiş zamanı geri getirme adına kentlerin tarihsel geçmişlerini göstermelik bir anlayışa tutsak ederek daracık alanlarda sığ bilgilerle yetinip olduğumuz yerde dönüp durmuşuz habire…
Bu gidişle çok daha dönüp dururuz… Bakınız sosyal kalkınma konusunda sizlere tarihsel bir bilgi sunmak isterim: 1940’lı yıllarda Halkevlerinin kurulmasıyla başlatılan köylümüze yönelik biçki-dikiş ve diğer beceri kursları, güzel sanatlar çalışmaları bu kurumun DP döneminde kapatılması… Sonrasında aynı hizmetlerin kurulan yeni-yeni kurumlarca da sürdürülür olması… Güzel de… Acaba, hangi akla hizmet, yıllar yılı genç kızlarımıza zıbın, pijama, gömlek, iç çamaşırı vb. dikmeyi, biçki-dikiş öğretmeyi hüner sayıp göstermelik diploma dağıtmışız?.. Kızlarımız annelik dönemlerinde bu giysileri biçip dikmeyi öğrendikleri halde gidip konfeksıyoncudan, iç çamaşır satıcılarından para ile aldığını göremeyecek kadar basiretimiz bağlanmış, gerçeği görememişiz yıllarca… Buna ne dersiniz?
Yurttaş arsasını bağışlamış dağa-bayıra ilkokullar yapmışız. Ama şimdi “toplu taşımacılık” anlayışı gelince o ilkokullar bomboş kalmış, kaderlerine terk edilmiş… Sağlık ocakları da öyle…
Köyler iç göçmenlik sonucu boşaldığını göremeyip biz oralara eğitim, sağlık, tarım vb. hizmet götürmeye çalışmışız, boşuna…
Nereden baksanız “burnunu görememe” beceriksizliğinin işaretleri değil de ne?
Kabahat kimin? Kimin olacak, ülkeyi yönetenlerin… Siyaset erbabının… Sonra da siyasetçilerin böyle bir ofsayta düşmüş olmayı kabullenmeyip birbirini karalama yarışı… Ve bugün devam eden versiyonu… Başarısızlıklar ve siyasal kavgalar…
***
Demokrasinin bir erdemli yönetim tarzı olduğunu bilenler her seçim döneminde yaşanan birbirini karalama yarışının boşuna olduğunu biliyor o nedenle umutsuzluğa düşmüyor hiçbir zaman… Sadece yeni bir seçim arifesinde “siyasal bahar”ın ne zaman geleceğinin özlemini duyup, soruyor:
“-Siyasal bahar ne zaman?”