Bir acayip, “ayıplı insan” olduk…
İnsan olmak kolay değil. Önce eğitim görmüş bir aile ortamının havasını soluyacaksınız. Yetmez… Okullarda dirsek çürüterek edindiğiniz bilgileri her an değişen yenileriyle besleyeceksiniz. Bitmiyor, çok da bilgili, birikimli olabilirsiniz, bunları insanlık emrine vermedikten sonra ne anlam taşır ki?
Paylaşımcı olacaksınız. İçinde yaşadığınız toplumun yararları sizin için öncelik olursa erdem adına bir yıldız takmayı, yani takdir edilmeyi beklemeyeceksiniz. İkinci, üçüncü, dördüncü vb. erdem yıldızlarını hak ettiğiniz halde koltuğunuzu kabartıp böbürlenip yürümeyeceksiniz.
Tevazu abidesinin kaidesine çıkabilirsiniz, ama “cahille cahil olma” durumunu yaşamamanız gerekir bu durumda. Siz rota gösteren deniz fenerisiniz.
Yaşamınızı kendi erdem pusulanızın rotasında son noktaya vardırdığınızda varsın arkanızdan değerleriniz için övgüler yağdırılsın. Siz en “Yüce makam”dan ödüllendirilmek üzere yola çıkmışsınız. Arkanızdan söylenenler, sizden sağlığınızda esirgenip söylenmemişse artık ne anlamı olabilir ki?
Biz böyleyiz işte… Yaşarken değil, öldükten sonra değer kazanırız. Belki bu, sağken/diri iken -bilemediğimiz- korkulur yanlarımızdan mı acaba? Ya da insani değerler konusunda birbirimizle somut olarak değil, sözde/yalan yere yaptığımız erdem yarışında geri kalma korkusundan mı? Hasetten mi? Daha pek soru da gelebilir aklınıza…
Her neyse… Ama önemli olan bu dünyaya insan olarak gelmişsek, önce Allah’ın sınırlarını bir lütuf/inayet/iyilik alanı olarak çizdiği yaşamı en başta erdemli olarak sürdürmedir görevimiz. Zaten bundan ötesi, din gereği günah sınırlarına giriyor.
Demem o ki, bugün bayramın üçüncü günü… Sosyal medyada bayramla ilgili çok güzel mesajlar iletiyor insanlar birbirlerine… Eskiden böyle mi idi. Önceden yazılan tebrik kartpostalları bayram günlerine denk gelsin diye uygun tarihte postaya verilirdi ayrı-ayrı… Şimdi bunlar çok geride kaldı.
İletişim Çağı’nı yaşıyoruz, ama onun değerini bir bilebilsek. O erdemde insanlar olabilsek keşke… Sosyal medyada manzarayı görünce içim yandı, kahroldum, insanlığımdan utandım. İnsana bakınız ne hallere düşmüş… Koca bir boğa sokak ortasında kurban olarak kesilmiş… Kan her tarafa akmış… İnsan demiyorum, bir yaratık, havyacağızın sırtına binmiş, eline aldığı kasap bıçağı ile Eski Roma’daki gladyatörler gibi zafer kazanmış pozu veriyor. Bir diğeri ise kurbanlığın üzerine oturmuş… Etraftaki insanlar da bu manzaraya gülüyorlar.
Niçin uzun-uzun yorum yapayım ki? Sorsan şimdi bu adamlara kurban kesmişler… Yani Allah’ın emrini yerine getirmişler. Kurban kabul olsun diye de gidip namazını kılacaklar. Kurban kestik diye de etinden yiyecekler. Sorulduğunda da böbürlene-böbürlene kurban kestiklerini, etinin nefis olduğunu söyleyecekler. Ama yaptıkları ayıbı/günahı, edepsizliği anlatmayacaklar.
İnanınız, gördüğüm manzara karşısında insanlığımdan utandım.
***
Dini kuralları çiğnemede, gelenek/göreneklere aykırı davranmada artık sınır tanımaz duruma geldik. O, her birimizin toplumsal yaşamı renklendiren, anlamlaştıran “erdemlilik durumu” rafa kaldırıldı nicedir. “Yoz bir kültür” ortamındayız. Bir arenada yaşıyor kimilerimiz. Sorumsuzluklarıyla ne din, ne gelenek/görenek, ne dost/arkadaş, ne akraba/hısım tanırlıkları yok.
Biz de kalkıp her gün insanlık için, bilginin, erdemin gerekliliğinden söz ediyoruz.
Nafile… Bir çukura düşmüşüz. Cebelleşip duruyoruz.