Belki de bir son…

YAYINLAMA: 02 Ekim 2015 / 20.00 | GÜNCELLEME: 02 Ekim 2015 / 20.00

Dağlıca’da 16 askerimizin şehit edilmesiyle haklı olarak karalar bağlayan gazeteler, kendi meslektaşları sokak ortasında yazdığı yazılardan dolayı dayak yiyince sessizliğe büründüler.

Dün ve önceki gün şehit sayısı 5’e inince de şehit haberlerini unuttular.

 

Terör işte böyle bir beladır. Kamuoyunu alıştırarak her şeyi sıradanlaştırır. Felaketlerin, gazetelerde yer bulması için öncekilerden daha büyük olması gerekir.

Toplum bir süre sonra adeta şerbetlenir ki, işte asıl felaketin daniskası budur.

Önceki gün 5 şehit verilmiş, dünkü gazeteleri açın bakın, Sözcü hariç hiçbirinde manşet değil. Bu da onları daha büyük eylemler için kışkırtacaktır! Lanet olası terör işte böyle bir labirenttir.

 

Bir gazeteciye atılan dayak önemli ses getirdi. Bundan sonraki dayakların bu kadar ses getirmeyeceği malumdur. Gazetecilerin can güvenliği bulunmazsa, yaşam hakları tehlikede olursa, her ne kadar “Korkmuyoruz, yılmayacağız” gibi sloganlara sığınılsa da, tehdit altında etkili görev yapmanın riski meydanda!

 

Yazarkasa gasteciliği değil de gerçek gazetecilik yapanların veya yapmak isteyenlerin ‘ifade özgürlüğüne’ sahip çıkmaları, hele bu aşamada yaşamsaldır.

Demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle yönetilen ülkelerin ‘ifade özgürlüğü’ anlayışı ile otoriter yönetimlerin bu özgürlüğü anlayış şekil ve biçimi bir hayli farklıdır.

Hitler’in propaganda Bakanı Göbbels’in şu değerlendirmesi ne demek istediğimi daha net açıklamama yardımcı olacaktır:

Gazeteciler bir piyanonun tuşları gibi olmalı, biz o tuşa bastığımızda istediğimiz sesi çıkarabilmeliyiz…

 

Türkiye’nin geleceğini, kaderini belirleyecek 1 Kasım seçimleri bu yüzden Latince’deki ‘Ultima Forsan” yani “Belki de bir sondur…

 

 

Belki de bir son…