Kurallara uymak

YAYINLAMA: 26 Ekim 2011 / 20.00 | GÜNCELLEME: 26 Ekim 2011 / 20.00

Sabah yürürken çay içmeye davet eden arkadaşımın işyerine girdim.

Daha hal hatır sormadan bana yanındaki dükkanın önünde duran şahin marka arabayı işaret etti.

Abi, bu araba 6-7 bin liralık külüstür bir araba. ‹şte ayağını yerden keser! Sahibi çok çalışkan bir arkadaş ama gücü ancak buna yetiyor. fiu karşıdaki mobilyacının Mercedes’i var, 350 bin liraya almış. iki tane şubesi var ama altındaki araba 50 tane fiahin ediyor!

Kurulmuş zemberek gibi bir çırpıda anlattığı için ancak sonunda müdahale edebildim:

Hayrola, zengin düşmanlığına mı başladın?

Abi, ne zengini ya! İşçilerine doğru dürüst para vermediğini, çoğunu sigortasız çalıştırdığını biliyorum. Maliye’nin sitesine girdim, vergi de vermemiş. ‹lk 1000 içinde adı yok. Mağazasında da vergi levhasını göremedim. Yani, bu kadar da olmaz ki!.. Bunlar vergilerini kaçırmasa, kayıtdışındakiler kayıtiçine girseler, dolaylı vergiler haliyle azalır belki böylece hayat ucuzlayabilir!

                                                                                                     ***

Televizyondaki Van görüntüleri herkesin içini yakıyor. Doğal bir afetin görüntüleri insana çok şey öğretiyor. Önce orada olmadığınız için şükür ediyorsunuz. Ama hemen sonra empati yapıyorsunuz. Oradaki mağdur insanların yerine kendinizi koyunca rahatsızlık ve hüzün başlıyor. Soğukta kalan, çadır bulamayan perişan insanları görünce bu kez kahroluyorsunuz.

Oysa, depremin ilk dakikalarından itibaren yöre ile tüm iletişim kuruldu. Televizyonlar hemen canlı yayınla an be an neler olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Başbakan Erdoğan hemen afet bölgesine gitti, sabahın erken saatlerine kadar orada kaldı ve organizasyon için gereken emirleri verdi.

Şimdi, Van depremini 1999 depremi ile karşılaştırırsak, arada dağlar kadar fark var. O zaman Ecevit’in başbakanlığında ki üçlü koalisyon hükumetinin doğal afet olayına yaklaşımı ve yaptıkları ile bugün yapılanları mukayese etmek bile yanlış olur.

Yiğidi öldürelim ama hakkını da verelim.

                                                                                                          ***

Çadır dağıtımındaki aksamalar, çürük binalar veya imar yolsuzluklarının bence tek bir nedeni var: Kural tanımamazlık.

Almanya’da çalışan hemşerilerimiz orada araba kullanırken polisten Allah’tan korkar gibi korkuyorlar! Ama buraya, ülkelerine gelince rahatlıyor, kırmızıda da geçiyor, her türlü trafik ihlalini yapıyorlar. Çünkü karışanı yok, yaptırımı çok zayıf! Oysa, Almanya’da nerede ise 3 aylık kazancını verecek şekilde cezalar var, dahası Türkiye’ye iade!. Eh, o zaman ‘dunyanın sonunu göreceği için’ hata yapmıyor, kurallara uyuyor.

Demirden, çimentodan, kumdan çalan müteahhide kim ne zaman ne yaptı ki! Zavallı(!) Veli Göçer hariç! Sıkışırsan elin biraz oynar, mesele hallolur.

Erçiş, birinci derece deprem bölgesi. 3 kattan fazlasına izin verilmiyor ama adam 7 katlı binayı konduruyor! “Oturulmaz” diye iskan verilmeyen binayı adam hem kiraya veriyor, hem de alt kattaki dükkan daha fazla para getirsin diye kolonlarını kestiriyor. Hiçbir kural tanımıyor! Kimse de bir şey demiyor!

                                                                                                            ***

Bizim büromuzun bulunduğu binanın asansörü 4 kişilik. Adamlar tam 9 kişi biniyor ve asansör çöküyor. . ‘Ne olacak cahillik işte’ demeyin. Çünkü 9 kişinin ikisi öğretmen. Yani, bu işin bazen eğitimle(!) de bir ilgisi olmuyor. Niye, Almanya’ya gidipte süt dökmüş kedi gibi korkusundan bütün kurallara harfiyen uyanların tahsili mi vardı? Ama kurallara aynen Almanlar gibi uydular. Çünkü çok ağır bedel var!

Taksim’de sallandıracaksın iki kişiyi, bak ondan sonra!..” safsatasını yabana atmayın! Anlatılmak istenen çok kaba söylendiği için itibar görmüyor. Ama, Cem Uzan’ın başına gelenler, Aydın Doğan’ın düzeninin bozulması iş adamlarını hiç mi etkilemedi?!

                                                                                                                  ***

Van’daki çadır karmaşasını konuşurken, televizyondan Kızılay çadırının köylerde para ile satıldığını duyunca, yanımdaki arkadaşımın insiyaki olarak, “Tayyip duymasın, Allahıma uçurur onları!” demesi, yanımda bulunan diğerlerinin de hemen kafaları ile tastik etmeleri beni düşündürdü. Demek insanlar ‘haksızlıklara karşı çıkanları’ övgü ile yadediyor.

İşin özeti, kural tanımayanları cezalandırmazsanız, kargaşayı önlemeyemezsiniz. Zaten böyle bir ortamda da demokrasi memokrasi yeşermez. Güçlü olan kazanır, orman kanunlarını uygulayanlar karlı çıkarlar! O zaman da ülkenizde bir avuç milyoner, yüzde doksanı da fakir olarak kalır. Fakirliği kader ve kısmet olarak yorumlarsanız, bu işte böyle gider!

                                                                                                                        ***

Kural tanımamızlık ekonomimizi, sosyal hayatımızı, varlığımızı, geleceğimizi, hemen herşeyimizi etkiliyor, haksızlıklara ve kargaşalara neden oluyor. ‹şte bunun içindir ki, Avrupa Birliği’ni istiyoruz: Herşeyin bir standardı olsun, kurallar olsun, başkalarının tecrübelerinden özümsenerek hazırlanan kriterler bizde de uygulansın.

                                                                                                                            ***

Bugünkü konjonktürde iyimser değilim.

Benim bir tekerlemem var: Hama, Humus, Halep, Antep...

Mantalite, yaşam tarzı, gelenek -görenek, zevk, karakter, düşünce tarzı hepsinde aynı...

 

Ünlü İngiliz şair Rudyard Kipling’in dediği gibi:

Doğu Doğu’dur, Batı da Batı; bu ikili hiç birleşmeyecek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kurallara uymak