Eğitimsiz toplum geciken demokrasi
Türkiye’nin 2014 yılı başındaki nüfusu 75.382.000 kişi. Bunun;
9.625.000 kişisi hiç okuma-yazma bilmiyor, yani nüfusun yüzde 12,77’si. (Doğal olarak bu rakam henüz ilkokul çağına gelmemiş çocuklardan ve genellikle doğudaki kırsal bölgelerdeki kadın nüfustan oluşuyor.)
17.820.000 kişisi ilkokulun çeşitli sınıflarından okulu terketmiş kişiler. Bunlar da nüfusun yüzde 23,64’ü. (Bunlar bir kaç yıl eğitim görmüşler, okuma yazmaları var, ama ilkokul diplomaları yok.)
24.000.000 kişi, yani nüfusun yüzde 31,84’ü ilkokul mezunu.
10.200.000 kişi ortaokul mezunu. Bunların da oranı yüzde 13,53.
7.600.000 kişi, nüfusun yüzde 10,08’i lise mezunu.
5.670.000 kişi yüksekokul veya üniversite lisans eğitimi mezunu. Oranı yüzde 7,52.
370.000 kişi, yani yani 0,49’u yüksek lisans eğitimi görmüş.
97.000 kişi de doktora veya daha ileri eğitimi başarıyla tamamlamış. Bunların oranı da yüzde 0,13.
Bu duruma düşürülmüş bir toplumdan ne bekliyorsunuz? Aklını kullanmasını, parti programlarını ve seçim vaadlerini okuyup değerlendirmesini, bunları karşılaştırmasını ve içlerinden kendi menfaatlerine ve toplum olarak ortak çıkarlarımıza en uygun olanını tercih edip ona göre oyunu kullanmasını umuyorsunuz.
Sizce bu akılcı bir beklenti mi? Ne verdiniz ki ne umuyorsunuz!
Peki, bu kadar cahil bırakılmış bir toplum, doğal olarak nasıl davranır,; bu değerlendirmeleri yapamadığına göre, kendi yerine bu değerlendirmeleri yapacak ve onun için en yararlı sonucun ne olduğunu belirleyecek, güvenebileceği, gözü kapalı arkasından gidebileceği karizmatik bir lider arar.
Öyle ince eleyip sık dokuyamadığı için bu liderin ideolojisiyle, dünya görüşüyle, dış ve iç politika önerileriyle falan da fazla ilgilenmez. Ona bir biçimde güven vermesi yeterlidir. İşte olan biten bundan ibarettir.
Bizim durumumuzu, uygar ülkelerle kıyaslayabilirim.
‘Eğitim’ yönünden o kadar derin uçurum var ki, mukayesenin bir anlamı kalmıyor.
Yapılan bir hesaplamaya göre, hemen yarın eğitim kurumlarımız, kalite ve kantite olarak mükemmel çalışmaya başlasa, farkın 50 senede bile kapanamayacağı yönünde.
Saçma bir örnek oldu, çünkü böyle bir olasılık düşünülemez bile! Bir de biz ilerlerken onların yerinde sayması faraziyesiyle bu örneği verdim. Bu da başka bir saçmalık!
Eğitimle, demokrasi abla kardeş gibidir. Eğitim altyapısı olmadan demokrasinin olamayacağı, kalkınmanın da demokrasisiz mümkün olmadığı kabul edilen bir gerçektir.
Uzağa gitmeden çuvaldızı kendimize batıralım.
Gaziantep’te kamuoyu oluşturan, toplumu bilgilendiren, yön veren, şehrin ve ülkenin problemleleri üzerine ahkam kesen gazetecilerin ‘eğitim’ durumları yukarıda verdiğim istatistiklerin üstünde değil, ortasında da değil, altındadır!
‘Eğitim’ derken de yalnız diplomayı kastettiğim anlaşılmamalıdır. Diplomasız öyle tanıdıklarım, hayran olduklarım, gıpta ettiklerim, saygı duyduğum insanlar ve yazarlar var ki, önemli olan insanların araştırmacı ve sorgulayıcı ruha sahip olmaları, sürekli okumaları, bildikleri yabancı dille dünyaya açılmalarıdır.
Arkasının geleceğini beklediğim
iki önemli gelişme…
Yazılarını beğenerek izlediğim Cüneyt Ülsever, yazdığı son yazısı ‘Elveda’ ile köşe yazarlığını bıraktı.
Ülsever veda yazısında şunları söyledi:
Bugün itibari ile köşe yazısı yazmayı bırakıyorum.
Tabii ki sizlere neden böyle davrandığımı açıklama borcum var.
Bu yazı ile bu borcumu eda edeceğim.
……..
Köşe yazısı yazmayı bırakmamın çok basit bir nedeni var.
Söyleyeceğim bütün sözleri söyledim. Söz tükendi!
Meramımın hepsini ifade ettim. Tekrar tekrar anlattım.
Artık bende söyleyecek yeni bir söz kalmadı.
Bir süredir fark ettim ki; artık kendimi tekrar ediyorum.
….
Ne demekse; milli iradeye saygılıyım! (sanki aksi mümkünmüş gibi). Ancak, milli irade ile aynı fikirde değilim. Büyük çoğunluk benden farklı düşünüyor, diye belki görüşlerimi gözden geçirmem gerekir ama büyük çoğunluk ile aynı fikirde olma zorunluluğum yok.
Büyük çoğunluk benim görüşlerime itibar etmediğine, benim de söylenecek yeni sözüm olmadığına göre köşe yazısı yazmayı bırakmam gerekiyor.
Cengiz Çandar da benzer duygularını şöyle ifade etti:
Sırası gelmişken bir “itiraf”ta bulunayım; tıpkı Çetin Abi (Altan) gibi ben de “buranın kolay kolay düzelmeyecek bir ülke olduğu”nun epey bir zamandır farkındayım ve bunun sebebinin “hastalığın derinlerde olması”ndan kaynaklandığını biliyorum.
……
Ve, bir yılı aşkın bir süredir özel olarak bu konu üzerinde çalışmakla meşgulüm.
"İçe dönük küçük hesaplar"la ilgilenmeyeceğimi ve "büyük ve geniş dünya içinde" yol almaya devam edeceğimi duyurmak istedim.