Yurtdışı oyları ne işe yarıyor? Bir açıklansa…
Belçika sakin bir ülke… Kavgasız, gürültüsüz… Sosyal, kültürel, finansal, eğitim, ticaret vb, alanlarda işler tıkır-tıkır işliyor. Hiç mi yakınma/şikayet yok. Elbette var. Nerede yok ki?
Caddeler-sokakla sakin… İnsanlar işinde-gücünde… Emekliler hobilerini yaşamaya bakıyor. Genç-ihtiyar herkesin tutkusu spor… Tabii ki, her yaşın kaldırdığı ölçüde… Öyle çiftler tanıdım ki, emekli karı-koca atlıyorlar bisikletlerine Belçika’yı, komşu ülkeleri pedal basıp dolaşıyorlar. Yüzlerinde spor yapıyor olmanın canlı gülücüğü, vücutlarında bir başka dirilik…
Kısacası Belçika sistemini oturtmuş, bizim gibi siyaseti her gün konuşan bir ülke değil. Sordum; “Seçimler burada nasıl geçer?” diye… Şaştım kaldım. Öyle, bizdeki gibi dağdan-bayırdan-ovadan otobüslerle adam toplayıp mitinglerde bol keseden nutuk atmalar yok. Öyle televizyonları, radyoları işgal edip “yağlama-yıkama” yok… Karşı tarafı karalama hiç yok.
Belçika’da seçim kazanmak için at koşturulmaz… Boğazlar/gırtlaklar yıpratılmaz koltuk kazanmak için… Çünkü demokrasi sağlam temeller üzerine oturtulmuş, sistem böyle kurulmuş bir kere…
X x x
Yeri gelmişken konuyu dağıtmadan sorayım: Dış ülkelerde yaşayan yurttaşlarımızdan niçin oy istiyoruz? Oy kullanmak yurttaşlık görevi de ondan ise doğru… Ama “seçme-seçilme hakkı” ise terazinin bir kefesi boş, değil mi? Yurtdışındaki oylar alınıyor ama bu yurttaşlarımızın Meclis’te niçin temsil edilmelerine olanak tanınmıyor. Örneğin, Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, Hollanda’da ve diğer ülkelerde yaşayan yurttaşlarımız ülke-ülke kendi aralarında TBMM’ye kendilerini temsil edecek milletvekili seçmeleri için niçin yasa değişikliği yapılmıyor.
Yani, bu yurttaşlarımız ne için oy kullanıyorlar? Yaptıkları yurttaşlık görevinde kendilerine yönelik ne gibi bir artı hizmet var?
Gelelim kültür-sanat konusuna… Kalkınmış her toplumun temelinde kültür –sanatın harç görevi yaptığı, bunun her alanda kendini gösterdiği, dahası yaşamı renklendirdiği yadsınmaz bir gerçek. Eğer siz demokrasinizi eğitim, kültür-sanatla donatmaz, takviye etmezseniz hangi alanda olursa olsun, toplumsal sorunlar gelip kapınızı çalar.
Ülkemiz maalesef bugün bu acı gerçeği yaşıyor.
Belçika bu açıdan da rahat… Yaşamda “seçim dönemi” diye bir farklılık yok. Seçimlerin adaylar dışında seçmenler üzerinde bir heyecan dalgası da yok. Olağan bir gün gibi herkes gidip oyunu kullanıyor. Adaylar kendilerini ve mutlaka programlarını seçmenlerinin ayağına değin gidip anlatıyorlar. Seçmen çok bilinçli… “Dolmaya gelmeyeceği”ni en başta adaylar da biliyor. O bakımdan da bu ülkede seçim yapılıp bitiyor, arkasından konuşan/tartışan olmuyor. Ya bizde? Yılın 365 günü seçim/siyaset konuşuyor, yine de doymuyoruz.
Neyse… Brüksel Belçika’nın başkenti… Aynı zamanda AB’nin de… Belçika’da yaşayanlar sanatsal heyecanı yaşamın her alanına taşımışlar bir kere zamanında… Arkadan gelenler buna ayak uydurma zorluğu değil, zevkini yaşıyor, yerel yönetimlerin yol göstericiliğinde. Özellikle mimaride bizdeki gibi gözü tırmalayan çirkinlikler yok caddelerde, sokaklarda… Bir uyum, bir ahenk… İnsanın içi açılıyor. Bu güzelliği görünce bir ferahladım ki…
Geçen yıl Belçikalıların ünlü çizgi roman kahramanı Ten Ten’nin çizeri Herge için düzenlenen müzeyi gezmiş, doğrusu ne yalan söyleyeyim, şaşırıp kalmıştım. Bu kez Belçikalı ünlü ressam Rubens’in müzesini gezmek/görmek varmış kısmette… Belçikalılar aralarından yetişen/çıkan değerleri için sayısız müze düzenlemişler. Yaşayan ünlülerine hem sağlıklarında hem de ölümünden sonra sahip çıkmayı bilmişler. Brüksel’de bu konuda sayısız müze var. Ressam Rubens’in müzesini görmek için liman kenti Anvers’e gittim. İyi ki de gitmişim…
Yarın Anvers’i ve yaşadığım üzüntüyü anlatacağım.