Mesleğinin zirvesindeyken erken veda…
Meslek seçiminde kararsız gençlere hep aynı laf söylenir: Ne olursan ol, yeter ki en iyisi ol.
Geçtiğimiz günlerde erken kaybettiğimiz Demir Özgüler, Gaziantep’te mesleğinin zirvesinde değerli bir insandı.
‘Pastacılık’ sıradan bir meslek değildir. Hele de baklava gibi hamur işi tatlılardan başka tatlıyı beğendirmenin zor olduğu o kentte…
‘Pasta’, baklava gibi yerel bir tatlı değil, küresel bir tatlıdır. Türkçede pasta sözcüğü ile genellikle "yaş pasta" kastedilir.
Doğrusu Antepliler’in pasta hevesi veya düşkünlüğü yoktur. Ama şunu kabul etmeliyiz ki, bu evrensel tatlı; bir kültürü, medeniyeti simgeler.
Gaziantep’te de, Boston’da da, Moskova’da da, Tokyo’da da ‘Pasta’ kesilmeden nişan, düğün olur mu?
Demir Özgüler, vizyonu ile mesleğinde zirveye tırmanırken Gaziantep’e de zamanın şartları içinde sınıf atlattı.
Dışarıdan gelenler, Gaziantep’te böyle bir pastane olmasına önce hayret sonra gıpta etmişlerdir. İsmini de çiçeklerin en nadide ve kıymetli olanı ‘Orkide’den alan pastane, Türkiye’nin bize göre daha medeni olan başka şehirlerinde hep övgüyle bahsettirmiştir.
Bugün ‘Orkide Pastaneleri’nin sayısı artmış, lezzet hedefleri revize olmuş, daha da beğenilen ve aranan bir müessese olmuştur.
Demir Bey’le ilgili beni cezbeden bir başka önemli konu daha var. Bir oğlu Şehitkamil Belediyesi Başkan Yardımcısı, bir oğlu Gaziantep Sanayi Odası Yenetim Kurulu Üyesi, bir oğlu da Yüksek İnşaat Mühendisi. Başka evladı var mı bilmiyorum ama aramızdan ayrılırken dünyaya böyle evlatlar bırakmak da her babaya nasip olmaz.
Toprağı bol olsun, nurlar içinde yatsın…
Başkan Şahin doğruları söylüyor…
Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın Washington DC’den gönderdiği yazısından öğrendim.
Washington ile Ankara arasında , ileride önemli sorunlara gebe olabilecek bir meselede derin görüş ayrılığı varmış.
Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin çocuklarına hangi dilde eğitim verilecek? Arapça mı, Türkçe mi?
Washington yönetimi bu konuya özel önem veriyormuş.
Türkiye’deki Suriyeli çocukların eğitimi için konferanslar düzenliyor, bu konuda araştırmalar yapılması için hem çaba sarfediyor, hem de harcamalar yapıyormuş.
Tanış’ın AFAD yetkililerinden aldığı bilgiye göre kamplardaki 2 bin 500 Suriyeli öğretmen gönüllü olarak buralarda ders veriyormuş. Yasa olmadığından Türk hükümeti bu kişilere maaş ödeyemiyormuş. Ancak Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF bu öğretmenlere 150 dolar aylık veriyormuş.
Bu hikayenin asıl can alıcı kısmı ise Suriyeli mültecilerin Türkiye’de yaşayan 400 bin çocuğunun hiçbir yerde eğitim almaması!..
İşte bunlar bizim sokaklarda dilenirken gördüğümüz, ya da üç otuz paraya çalıştırılıp sömürülen, suiistimal edilen, bazen de Yunanistan’a 30 liraya aldıkları can yelekleri ile geçmeye çalışırken boğulan çocuklar.
Washington yönetimi Ankara’yı, bu çocukların ileride radikalleşebileceğini, canlı bombalar olma ihtimaline karşı çözüm üretmeye zorluyor.
Ancak, yine Tanış’a göre Ankara, “Ben bu işin altından tek başıma kalkamam” diyerek, Suudi Arabistan’ın Suriyelilere Arapça eğitim verecek bir kurum oluşturulması konusunda işbirliği anlaşması imzalamış.
Türkiye’nin savı şu:
Bunlar nasıl olsa memleketlerine dönecekler. Geçici olarak buradalar, ne diye bunlara Türkçe öğreteceğiz, Türkçe eğitim vereceğiz ki!.. Arapça eğitim modelini genişletmek daha doğru!
Gelelim şimdi benim diyeceklerime…
Geçen hafta Cumartesi günü, yani 10 gün önce, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, CNN Türk’teki çok beğenilen ve ilgi gören programda, Hakan Çelik’in sorusu üzerine aynen şunları söyledi.
“Suriyeliler’in çoğunun döneceğini zannetmiyorum. Burada onlar için bir yaşam oluştu. Almanya’ya giden Türkler döndü mü?”
Bu kanaate ve yargıya ben de aynen katılıyorum. Gerçekçi olalım! Bu insanlar burada yeni bir yaşama başladılar; evlenenler, büyüyen çocuklar, iş ve ev sahibi olanlar nasıl geriye dönecekler!..
Şu da başka net bir gerçek! 1960’lı yıllardan itibaren Almanya’ya giden Türkler için Almanca öğrenmeleri konusunda ciddi anlamda zorlama olsaydı bugün hayal edemeyeceğimiz kadar çok şey hem bizim için, hem de Almanlar için daha iyi olurdu. Bu kesin!
Bu tecrübelerin ışığı altında, Suriyeli mültecilere uluslararası kuruluşların her türlü yardımlarından faydalanarak Türkçe öğretmenin ve Türkçe eğitim vermenin bizim yararımıza olduğunu tartışmaya gerek bile yok.
Sakın büyük konuşmayın!..
Üç kardeş.
İkisi avukat, diğeri psikolog.
Eğitimleri en üst mertebede.
Taammüden amcalarını öldürüyorlar.
Hem de filmlere konu olabilecek bir senaryo kurgusu ile!..
Peki, bu niçin yapıyorlar?
Ölen amcanın yakınlarına göre ‘alacak-verecek’ meselesi…
Başka ne olabilir ki!
Mal paylaşımındaki adaletszilik yüzünden ellerini kana bulayan 3 kardeş.
Cinayetten önce, bir şekilde yakalanacaklarını bilmemelerine imkan var mı? Kardeşlerin ikisi avukat!
Hayır yok!
Ama her şeyi göze alıp öldürüyorlar.
Peki, şimdi adalet bunun neresinde kaldı?
Toprağın altına giren her şeyi kaybetti. Yanında götürecek hali yoktu!
Katillerin eline geçecek?
Hiçbir şey! Çünkü, geriye kalan yaşamlarını delikte geçirecekler.
Peki, ‘akıl’ bunun neresinde?
‘Akıl’ yok!
Hırs, ‘aklın’ önüne geçti mi, bütün bunlar olabiliyor!
Çoğu insana ders olabilecek bir cinayet hikayesi…
Boşa giden yaşamlar…
Daha da önemlisi, geride kalan masumların ömür boyu acı ve azap çekecekleri, utanç duyacakları hazin bir hikaye…