DİKTATÖRLERİN ORTAK DİLİ ''HAİNLİK''

YAYINLAMA: 14 Ocak 2016 / 18.00 | GÜNCELLEME: 14 Ocak 2016 / 18.00

Bin Yüz On sekiz Akademisyen bir araya gelerek bir bildiri kaleme aldılar. Bildiride “Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir”

 “Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve  Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.” diyerek “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.” dediler.

Bu açıklamaya imza atan akademisyenler korku imparatorluğunun tetikçileri tarafından manşetlerden PKK'nin suç ortakları diye ilan edildi. Cumhurbaşkanı ''Bu aydın müsveddeleri kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler oraların adresini bilemeyecek kadar karanlık ve cahilsiniz.” diyerek aydınlara ''hakaret etme özgürlüğünü kullandı. Kendisine hakaret ettikleri gerekçesi ile dava açılanların sayısının hesabının tutulamayacağı kadar çok olan bir kişi aydınlara hakaret etmede beis görmedi.

Akademisyenler aylardır süren ablukanın ve sivil ölümlerin hukuksuzluğuna dikkat çekmiş çözüm sürecine dönülmesini talep etmişlerdir. Bu talep PKK ye suç ortaklığı olarak nitelenip akademisyenler hain ilan edildi.

Aydın düşmanlığı bu ülkede ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.1984'de bin 383 aydının demokrasi talep eden dilekçesine dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in cevabı: "Vatan hainliği yapan bazı aydınlarımız var. Ne yapayım ben böyle aydını? Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez. Son padişah Vahidettin de aydındı. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım ben böyle aydını?” demişti. Bugün Erdoğan'ın akademisyenlere tepkisi ile Evren'in tepkisi arasında hiç bir fark yoktur.

Akademisyen, üniversitelerde öğretimi gerçekleştiren, araştırma yapan ve özgün araştırmalarıyla alanına katkıda bulunan kişilerdir. İçinde yaşadığı toplumu ve koşullarını değiştirmeye, iyileştirmeye çalışmayana, mücadelesi olmayana aydın denmiyor. Aydınlar çağına, içinde yaşadığı topluma sorunluluk duyan kimselerdir. Bu anlamda 1118 akademisyenin çıkışı yerinde sorumlu bir davranıştır..

Tarihte aydınların toplumsal duyarlılıkla kurulu düzenin haksızlıklarına, hukuksuzluklarına karşı çıkışlarının örnekleri çoktur. Bunlardan birisi Fransa da Alfred Dreyfus'un başına gelenlere karşı Emile Zola'nın dönemin cumhurbaşkanına karşı yazdığı ''suçluyorum'' başlıklı mektubudur. Bu mektup genelkurmay başkanının görevini kötüye kullandığını dile getiriyordu. Emile Zola'ya o dönemin üniversiteli akademisyenleri desteklerini açıkladılar. Ama Zola mahkumiyetten kurtulamamıştı.

Yine tarihte Fransa'nın Cezayir’e müdahalesine ve içeride otoriterleşen dönemin cumhurbaşkanı De Gaulle'ye ve hükümete karşı sokaklarda bildiri dağıtan bir Jean Paul Sartre örneği ile karşılaşırız. Sartre'nin tutuklanmasını isterler. Onu, bugünün tetikçileri gibi tetikçilik yapanlar hain ilan ederler. Bu baskılama girişimine karşı De Gaulle '' Sartre Fransa'dır'' diyerek Sartre'nin tutuklanamayacığını ifade eder. Çünkü o dönem Sartre tüm bir Fransa'nın vicdanıdır.

Yukarıda verdiğim iki örnekte gösteriyor ki aydınlar toplumun vicdanıdırlar. Aydın sorumluluğu haksızlığa, hukuksuzluğa, savaşa karşı tutum almayı gerektirir.

Ancak ülkede korku imparatorluğu kuranlar kendilerinin sesinden farklı bir sese hoşgörü ile bakmıyorlar. Hemen devletin çeşitli sopları ile farklı ses verenleri hizaya sokmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanının aydınları karanlık suçlamasının ardından hemen harekete geçen YÖK, akademisyenlere gözdağı vermekte gecikmedi. Oysa YÖK'ün akademisyenlere yapabileceği hiç bir hukuki yaptırım söz konusu değildir. Olsa olsa siyasi ve keyfi yaptırım uygulayabilir.

Dün ''aydınlar dilekçesini'' imzalayan aydınlara hain diyenlerin dili bugün akademisyenlere hain diyenlerin dili ile aynı karakterden besleniyor. Ortak karakterleri faşizmin dilidir.

Karakterleri ortak olanların sonları da aynı olacaktır. Dün bütün diktatörlerin yaşadıkları son, bugün diktatörlük hevesi içinde olanlarında sonu olacaktır. Tarih bazen yaşanmışlıkları tekrar eder.

 

 

DİKTATÖRLERİN ORTAK DİLİ ''HAİNLİK''