CİZRE'de YENİ BİR NUH TUFANI

YAYINLAMA: 07 Mart 2016 / 18.00 | GÜNCELLEME: 07 Mart 2016 / 18.00

Bilinen hikayedir, yaradılış inancına göre Nuh Tufanı. Efsaneye göre Tanrı kendi yarattığı insanların yaptıkları kötülükleri görünce büyük bir tufanla tüm canlıları yeryüzünden sileceğini söyler Nuh peygambere. Nuh inanmış biridir. Tanrı ona bir şans verir. Bir gemi yapan Nuh tufan işaretlerini gördüğünde kendisine inananları ve her tür hayvandan bir çift yanına alır. Tufan başlar.6 Ay süren dev dalgalar üzerinde ki gemi yolculuğu yağmurların durup suların çekilmesi ile biter. Nuh’un gemisi Cudi dağının tepelerine konar. Ve gemidekiler kurtulur yeni bir yaşam başlar. Cizre bu yeni yaşamla kurulur. Kutsal kitaplar bu olayı birbirine benzer şekilde hikaye ederler.

Gelelim yaşanan gerçeğe.                                                                                                                                                           

Cizre'de yarı zamanlı sokağa çıkma yasağı sürerken, Cizre'den acıların görüntüleri bir sel suyu gibi sosyal medyaya akıyor. Cizre Cizre olalı böyle vahşet görmemiş. Cizre yıkılmış virane olmuş. Kimi evler tümden yerle bir olmuş kimi evlerde duvar kalmamış, içinde buzdolabı, çamaşır makinası, televizyon oturma gurubu kap kacak hep param parça, kurşun izleri belirgin.

İnsanlar yıkık virane şehrin içinde çaresiz, öfkeli. Kimi kadınlar gözyaşı dökerken kimi kadınlar devlete olan tepkilerini ortaya koyuyorlar. Kimi kadınlar boşu boşuna öldü gençlerimiz diyor. Cizre efsane olmayan yeni, gerçek bir Nuh tufanı yaşıyor. Nuh Tufanı yaradılış inancına göre Allah’ın eseriydi. Yeni Nuh tufanı devletin eseriydi. İnsanlar yıkılan evlerine kaybettikleri işlerine mi yansınlar, yoksa genç, bebek yaşlı öldürülen, yakılan, bedenleri paramparça edilen yakınlarına mı yansın. Hem gidenler hem kalanlar yürek yakıyor. Anlaşılıyor ki kaybedenler yine Kürtler olmuş.

Cizre’yi bir ana şefkati ile sarıp sarmalayan Dicle’nin suları (Tigris) anaların gözyaşlarıyla çoğalmış, parçalanmış yanmış insan parçalarını içine alarak Mezopotamya topraklarında acıları suluyor sanki. Binlerce yıllık bu kadim kentin topraklarında yüzyıllarca unutulmayacak bir acı ekiliyor toprağa.

Tanklarla girildi şehrin sokaklarında. Hem de on bin asker, polis, keskin nişancı ile. Beyaz bayrakla sokağa çıkan yaşlı kadınlar erkekler çocuklar öldürüldü keskin nişancılar tarafından. Analar çocuklarını buzdolaplarında sakladı günlerce. Taybet İnan'ın cesedi günlerce sokak ortasında kala kaldı. Ana karnında 7 aylık bebek daha doğmadan katledildi keskin nişancı kurşunuyla. Doğan her çocuk nasıl olsa terörist olacak değil mi bari ana karnında öldürülsündü. Yılanın başı küçükken ezilmeliydi. 3 aylık Miray bebekte dedesi de öldürüldü yine aynı günlerde.

Neydi ne içindi bu ölümler?

Hendekler kazılmıştı ya sokaklara. Sebep buydu. Kapatılacaktı o hendekler. Ancak hendek bir bahaneydi devletin elinde. Yoksa üç beş hendek için bir kent yıkılır mıydı. Uluslararası politikaların iflasından ülke içinde ki hesaplara Kürtlere devletin gücü gösterilmeliydi. Kürtler yılların mücadele birikiminden bugüne daha fazla eşitlik taleplerinde bulunmamalıydı. Kürt illerinde bu ablukalar bu yıkımlar bu vahşet hep bunun içindi. Güney Kürdistan bağımsızlık yolunda ilerlerken, Suriye'nin Kuzeyinde bir Kürt Kantonları oluşuyordu. Türkiye'de Kürtler Özyönetim taleplerini yükseltmişlerdi. Kürtler Türkiye sınırlarının her yanında kendi kendilerini yönetir oluyorlardı. Böylesi bir dönemde Kürtlerin talepleri kanla da olsa bastırılmalıydı.

Cumhuriyet tarihi boyunca devlet hep Kürt fobisi ile yaşaya geldi. Yıllar önce Kürt yoktur dan Kürtler vardıra gelmek hala devletin kabul edemediği bir gerçeklikti. İşte bunun için açılımlar saçılımlar bir yere geldiğinde devletin cebarrut yüzüyle karşılaşıyordu.

Bugün Sur'da hala çatışma haberleri geliyor. Ölümler yaşanıyor. İnsanlara hala yaşam koridoru açılıp tahliye yapılamıyor. Devlet resmen hukuksuzluk batağında çırpınıyor. Bir cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesinin hak ihlalleri kararını tanımıyorsa, o ülkede yakmanın yıkmanın öldürmenin hesabı sorulamıyorsa, hükümet bunu yasalarla güvenceye alıyorsa o ülkede adaletten söz etmek mümkün müdür?

Tarihsel olarak Cizre deyince akla Nuh tufanı geliyor. Cizre deyince akla Mem-ü Zin geliyor. Cizre deyince akla Mem-ü Zinin aşklarına engel olan Bekir geliyor. Cizre deyince akla Cizre Bothan beyi, Kürdistan Miri Bedirhan geliyor. İsyanlar direnişler sürgünler geliyor. Cizre deyince akla binlerce yıllık medeniyetler geliyor.

Artık Cizre deyince akla Devletin AKP hükümeti eliyle 78 gün süren ablukası gelecektir. Artık akla Cizre deyince devletin işgal kuvvetleri gibi kendi kentlerini yaktığı, yıktığı, insanlarını öldürdüğü gelecektir. Miray bebek, Taybet ana, ana karnında kurşunlanmış adı konmamış yedi aylık bebek gelecektir. Artık akla devletin vahşeti şiddeti gelecektir. Artık ağlayan Kürt kadınının boşu boşuna öldüler dedikleri gençler gelecektir. Ve birde Cizre deyince ''yanıldık devletin bu vahşetini bu kadar beklemiyorduk ''diyenler gelecektir.

 

 

CİZRE'de YENİ BİR NUH TUFANI