Yüksekova'da Nusaybin'de Şırnak'ta insanı yaşatmak direnmektir

YAYINLAMA: 16 Mart 2016 / 18.00 | GÜNCELLEME: 16 Mart 2016 / 18.00

Silvan, Silopi, İdil, Cizre ve Sur'dan sonra şimdi de Yüksekova, Nusaybin ve Şırnak'ta sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Devlet bütün asker ve polis gücünü buralara konumlandırarak operasyona hazır hale gelmiştir. Yüksekova'ya yirmi bin asker yığınak yapmış durumda. Yani her 5 kişiye bir asker düşüyor. Ve en ilginci Hakkari valiliği gelen askerleri karşılarken kurban kesiyor. Sanki Yüksekova'yı fethe gelen güç kurbanlarla dualarla karşılanıyor? Cumhurbaşkanının daha önce dediği gibi buralar Güneydoğu topraklarına mı katılıyor? Devletin bu zihniyeti ile Kürt sorunu arasında birebir ilişki olmalı değil mi?

Ancak bu yazıda devletin şiddet eğilimini, çözüm masasını hangi saiklerle devirdiğini, Suriye politikası ile ablukalar arasında nasıl bir bağ olduğunu yazmayacağım. 3 ayı aşkın süren ablukalar döneminde onlarca yazı yazdım devlet şiddetini teşhir eden.

Bu yazı bugün Cizre, Sur, Silvan, Silopi, İdil de yaşananlardan sonra hala hendek siyasetini bir direniş yöntemi olarak görenlere karşı sesli düşüncelerimi içerecektir.

Siyasette amaç araç ilişkisi dönemseldir, değişkendir. Amaca giden yolda hiç bir araç mutlak değildir. Tarihsel deneyimler bize göstermiştir ki süreci doğru okuyan, taktik manevraları zamanında yapabilen ve en önemlisi hiç bir aracı mutlak doğru görmeyip zamana ve zemine göre tutum değiştirebilenler başarıyı yakalayabilmişlerdir.

Özyönetim hakkı bugün demokratik yönetimlerin ortak kabulüdür. Ve bu tartışılmayacak kadar en doğal bir haktır. Ve özyönetim bir süreçtir hem de anayasal bir süreçtir. Eğer murad edilen bir arada yaşama içinde özerklik ise, bunun anayasal süreç içinde biçimlenmesi ve toplumsal bir mutabakata dayanması gereklidir. Toplumsal mutabakatın oluşması demokrasinin sınırlarını genişletmenin de bir başka yolu olacaktır.

Özyönetim ilanlarını zaman ve zemin açısından doğru bulmadığımı daha önceleri yazmıştım. Özyönetim ilanlarını öz savunma üzerinden yapmanın da bir başka hata olduğu son abluka sürecinde ortaya çıktı. Ki Duran Kalkan'ın "devletin böylesine vahşi güç ortaya koyacağını düşünmemiştik, yanılmıştık" sözü de bu yanlışın Kürt silahlı muhalefeti tarafından da görüldüğünü gösteriyor.

Devletin en ağır silahlarla şehirleri ablukaya alıp, yakmakta, yıkmakta, sivilleri hatta çocukları bile gözünü kırpmadan öldürmekte beis görmediği bir süreçte, bugün hala diğer illerde hendek siyasetini sürdürmenin bir anlamı var mıdır? Kürt gençlerini bile bile ölüme göndermenin, halkın yerleşim alanlarının yerle bir edilmesinin Kürt sorununun çözümüne ve Kürtlerin direnişine hangi katkısı vardır?

Devlet bile isteye Güney ve Batı Kürdistan'a sınır illeri ve ilçeleri ablukalarla yıldırmaya, göçler yoluyla buraların demografik yapısını değiştirmeye çalışıyor. Bu planlar gelecekte ki Büyük Kürdistan kurulabilir paranoyasının bugünkü siyasete yansımasıdır. Böyle bir durumda buraların yakılmasına yıkılmasına zemin hazırlamanın Kürt sorununun çözümüne hangi katkıyı sağlayacağını düşünmek Kandil siyasetinin yürütücülerinin işi olmalı değil midir? Sadece gençler hendek kazmış, özyönetim direnişleri halka mal olmuş demek Kandil siyasetini bu başarısızlıktan azade kılar mı?

Kobane direnişinden esinlenerek "Siz Daiş'leşirseniz biz Kobane'leşiriz" demek bir öz güveni gösterse de somut koşulların somut tahlili olmaktan uzak bir söylem ve pratik yansıma olarak karşımıza çıktı. Kobane sürecinde orada ki direniş hem Türkiye içinden hem de dışından çok büyük destek aldı. Hendek siyaseti ciddi bir destek alamadıysa bunun nedenleri sorgulanmalıdır. Suriye ve Kobane'de ki koşullar ile Türkiye de ki koşulların aynı olmadığını bilmek için siyaset ya da askeri uzman olmak gerekmiyor.

Siyasette taktiksel hatta stratejik değişikler yapma da Kürt silahlı muhalefeti hiçte tecrübesiz değildir. Böyle olunca bu hendek siyasetinin başarısızlığı görülmüş ise bu siyasetten vaz geçmek gerekmez mi? Sivil siyasetin önünü tıkayan bu çatışmalı sürece tek taraflı dur demek yenilgiyi kabul etmek midir? İdealler için bedel ödemek mümkündür. Ancak zorunlu olmayan bir bedelin ödenmesini savunmak ve bunu siyasette araçsallaştırmak ne etik ne de siyasi bir tavır olamaz. Cizre'de, Sur'da girişilen bir eylem bir direniş sonuna kadar götürülmeliydi demek mümkündür? Ancak başlamamış bir çatışma alanlarında yanlışları tekrarlamak siyaseten sürdürülebilir olmamakla birlikte bir intihardan başka bir şey değildir.

Yeni Cizre'ler, Sur'lar bu halka yaşatılmasın. Hani sanatçı diyordu ya şarkısında " yaşamak direnmektir" diye. Bizde söyleyelim ki bugün için Yüksekova'da, Nusaybin'de, Şırnak'ta insanı yaşatmak direnmektir.

Celal DENİZ

 

Yüksekova'da Nusaybin'de Şırnak'ta insanı yaşatmak direnmektir