SUR'da İNSAN SICAĞINI YOK ETMEYİN

YAYINLAMA: 01 Nisan 2016 / 20.00 | GÜNCELLEME: 01 Nisan 2016 / 20.00

1986 yılında ilk kez ayak bastım Diyarbakır'a. Henüz yirmi beş yaşındaydım. Ancak işim gereği rutin on beş günlük seyahatlerim oldu yıllarca. Henüz 12 Eylül koşulları hüküm sürüyordu o yıllarda. Diyarbakır'a girişte sabaha karşı askerler ve eli silahlı polisler tarafından uyandırılmak sıradan rutin olaylardandı. Ben kimliğimde doğum yeri Gaziantep yazdığından çok irdelenmezdim. Ancak doğum yerinde Kürt illerinden bir yer yazıyorsa terör zanlısı muamelesi görür, GBT yoklaması yapılır eşyası varsa didik didik aranırdı.

Diyarbakır'a ilk girdiğimde o yıllarda Seyrantepe'de olan Otogardan Dağ Kapı meydanına dolmuşla gelmiştim. Dağ kapı'da ilk dikkatimi çeken Surlardı. Sur diplerinde çay bahçeleri sabahın ilk saatlerinde insanlarla doluydu. Sonradan öğrendiğimde şaşırmamıştım bu insanlar çoğunluğu işsiz olanlarmış.

Surdan içeri girip Ulu Cami önünden Melik Ahmet'e gitmiştim. İlk öğrendiğim Sur içinde ki kapılardı. Tek kapı, Çiftkapı, Urfakapı, Mardinkapı, Dağkapı, Saray Kapı gibi kapılardı. Melik Ahmet’e açılan dar sokaklardan girdiğim de nereden çıkacağımı yıllarca kestiremedim. Her seferinde bir başka sokaktan Sur dışına çıktım. Sokaklar o kadar birbirine yakın ki komşuların birbirine seslenmesi, pencereden  birbirleriyle konuşması mümkündü.

Balıkçılarbaşından girdiğimde Keldani kilisesi, dört ayaklı minare, Protestan kilisesi Sur’un binlerce yıllık tarihini hemen öne çıkarıyordu. Protestan kilisesinin sadece duvarları ve kolonları ayaktaydı. Çatısı yoktu gezdiğimde. Sonrasında restore edilmiş ancak ben göremedim. Daha sonra Melik Ahmet’te Lalebey sokaktan girdiğimi anımsıyorum Süryani kilisesini görmek için. Kilise açıktı. İçeride insanlar vardı. Sohbet ettik ayaküstü kısaca.

Melik Ahmet Sur'un en işlek ticaret alış veriş caddesiydi. Köylerden, ilçelerden alışverişe gelenlerin uğrak yeriydi. Aynı zamanda bu cadde çocukların çek çeklerle eşya taşıyıp para kazandıkları bir alandı. İlk gördüğümde çek çeklerle eşya taşıyan çocukları şaşırmıştım. Zamanla alıştım bende Diyarbakır’a Diyarbakır’lılara. Ulu Cami önünde ki çay ocaklarında küçük iskemlelere oturan insanların arasına karışıp sabahın erken saatlerinde sohbet etmelere bile başlamıştım tanımadığım yaşlı insanlarla. Artık ayakkabı boyacıları ile bile arkadaş olmuştum. Yıllardır unutamadığım bir şey vardı o ayakkabı boyayan çocuklarda. Boyayım mı abe dediklerinde bir keresinde cebimde bozuk parayı verip yoluma devam etmek istemiştim. Çocuklar parayı almadılar. Yok abe boyarsak alırız o parayı diye. Utanmıştım. Yazın sıcağında ibrikler içinde su satan çocuklar sokakların olmazsa olmazlarındandı o yıllarda.

Diyarbakır'da nice dostlar dostluklar edindim. Sevdim sevildim. Bir gün Nihat Sargın ağabey ile birlikte Turistik otelde Şair Veysel Öngörenle saatler süren bir sohbetin ortağı oldum. Bilge bir adamdı Veysel Öngören.

Diyarbakır politik bir merkezdir. Ben yıllarca seçim öncesi öngörülerimi Diyarbakır'lılarla sohbetlerime dayandırarak şekillendirirdim.

Kısacası en az Antep kadar tanıdığım ve her seferinde farklı bir heyecanla ayak bastığım bu kentin artık kalbi delik deşik. Sur Diyarbakır'ın kalbiydi. Diyarbakır bugün büyük AVM'leri ile yeni siteleri yüksek binaları ile farklı bir kent olarak kendini ifade etse de, SUR olmadan Diyarbakır'ın kimliği eksik kalır. Binlerce yılın yaşanmışlıkları sinmiş Sur olmadan Diyarbakır’ı anlamak mümkün değildir.

Ne ki aylardır süren ablukalardan, bugün geriye Sur'da sadece enkaz yığını kalmıştır. Yetmemiş gibi devlet alel acele kamulaştırma kararı almış. Hem de ne halka, ne o kentin yerel yöneticilerine danışmadan böyle bir kararı almak, bilinçli bir planın parçasıdır diye düşünmekten alı koyamıyorum kendimi. Daha operasyonlar sürerken başbakan Sur'u Toledo yapacağız diyerek nasıl bir niyetin olduğunun mesajını aylar öncesinden vermişti bize.

Toki eliyle bir kentsel dönüşüm planı Kürt sorununa nasıl bir çözüm planından bağımsız ele alınamaz. Bugün hükümet bu kamulaştırma kararı ile Kürt sorununu muhatapları ile çözmek istemediğini ortaya koyduğu gibi, Sur'u insansızlaştırarak yani Kürtsüzleştirerek demografik yapı ile oynamak istemektedir.

Sur'da binlerce yıllık nice insanların yaşanmışlıklarını, anılarını, Kentin hafızasını yok edecek bu plandan vazgeçin. Gençliğimde iz bırakan Diyarbakı'ı, Sur'u dar sokaklarıyla, camileri, kiliseleri, hanları, hamamları ile kalsın. Sur Küçeleri ile insan sıcaklığının yaşandığı bir yerdir. İnsan sıcaklığını yok ederek insanlığı biraz daha öldürdüğünüzün farkında mısınız? Tahir Elçi'yi ikinci kez öldürdüğünüzün farkında mısınız? Katil olmayın derim size..

Celal DENİZ

 

 

SUR'da İNSAN SICAĞINI YOK ETMEYİN