İçkili lokantalar ve kazık atmalar!..
Gaziantep, bu bölgede içkili lokanta sayısının çok olması nedeniyle, önemli bir şehir.
Hemen iki örnek, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş’da içkili lokanta bulmak çok zor.
İşin doğrusu, bu tür lokantaların kapanması için baskı yapmamak. Tercihi lokanta müşterilerine bırakmak. İsteyen içer, isteyen içmez veya içkisiz lokantayı tercih eder.
Bu konuda hiçbir şikayet duymadım. Belki yeni açılan yerlere içki ruhsatı vermiyorlardır ama mevcutlara da dokunulmadı.
Turistik bir kentte bunun da böyle olması gerekmez mi?
Ancak, bu içkili lokantalar mevcut konjonktür içinde kendilerine sağlanan serbestinin/fırsatın bilinci içinde değiller.
Şimdiye kadar belki yüz kişiden aynı şikayeti duydum. İstanbul’da boğazda yenen rakılı, balıklı ve bol mezeli yemeklerde ödenen para Antep’teki bir içkili lokantada ödenen paranın epey altında. İstisnasız herkes böyle söylüyor.
Yani, Antep’te kazık atıyorlar. Yersen!..
Peki, yarın ruhsat elden giderse kime şikayet edeceksin?
Ben değil, müşterileriniz sizi uyarıyor! Ruhsatlar bir bir iptal edilmeye başlarsa, Şanlıurfa’dan kötü olursunuz!
Huylu huyundan vazgeçmeyeceğine göre, ‘son pişmanlık fayda etmez’ durumuna geleceğimizi şimdiden görüyorum.
Baba ve oğul…
Akciğer kanserine yakalanan Lusiano Perez hasta yatağında mimar oğlu Jose'ye kısık bir sesle, "Oğlum çok az ömrüm kaldı ve sizin için hiçbir sey yapamadım, sizlere hiçbir iz bırakamadım, çok üzgünüm beni affedin" diyerek ağlar...
Jose ise, "Üzülme baba, sen benim okumam için arabanı sattın, yıllarca yürüyerek işe gittin, hiç unutmadım" der ve çıkar.
Sao Paulo Hükümet Konağı o sırada inşaat halindedir. İnşaat bitince babasını helikoptere bindirerek binayı gösterir ve "İşte baba bunu ben, yaptım ama üstünde senin parmak izin var" der...
Baba 8 gün sonra hayata gözlerini yumar.
Bina son 10 yılın en iyi tasarım ödülünü alır...
Resmini sunuyorum. Gerçek bir hikaye…
Nükleer Alaturka
Türkiye nükleer tarihi boyunca ilk kez bu kadar keskin bir yol ayrımında: Ya nükleer enerji üreten bir ülke olacak ya da Almanya gibi ileri teknoloji sahibi bir çok ülkenin yaptığı gibi nükleer sevdadan vazgeçecek.
Türkiye ilk nükleer santralini Mersin-Akkuyu’ya, Rusya (bkz. Çernobil, 1986), ikinci nükleer santralini ise Sinop-İnceburun’a kurmak için Japonya (bkz. Fukuşima, 2011. Birkaç gün önce de Japon Başbakan, ben olsaydım nükleer santralden vazgeçerdim, dedi!) ile anlaşmış durumda.
Sadece ekolojistler değil, amacı nükleer enerjiyi yaymak olan Uluslararası Atom Enerji Ajansı bile Türkiye’nin nükleer altyapısının yetersiz olduğunu söylüyor. Fukuşima nükleer felaketinden sonra yapılan anketlere göre ise halkın en az yüzde 65’i Türkiye’de nükleer santral kurulmasına karşı çıkıyor.
Tam da bu yol ayrımındayken, bir grup ortaya çıkıyor ve “Peki, biz bugüne nasıl geldik?” sorusunu sorarak, nükleer enerjiyi tartışmaya açıyor, geleceğimizle ilgili verilen kararlarda söz sahibi olmak adına Türkiye’nin bazen sarsıcı, bazen trajikomik ve çoğu zaman da absürd nükleer hikayelerini anlatıyor.
Amaçları, çok geç olmadan bu tartışmayı kamusal alana taşımak; Türkiye’nin üstü kapatıldığı için pek bilinmeyen nükleer tarihini anlatmak, nükleere karşı farkındalık yaratma çabalarını güçlendirmek.
Diyorlar ki;
“Karşımızda propaganda için ayırdığı milyonlarca dolar sayesinde sesini çok daha gür çıkarabilen bir nükleer lobi varken bizim ses çıkarabilmemiz ve farkındalık yaratabilmemiz ancak ve ancak sizlerin bu projeyi sahiplenmesi ve desteklemesi ile mümkün. Gelin, sizin desteklerinizle bu belgeseli hep birlikte yapalım!”
Nasıl mı? İşte link, açıp okursanız, bütün sorularınızın yanıtı var.
https://www.indiegogo.com/projects/nuclear-alla-turca-documentary-film#/
‘Sahibimizin’ son durumu!..
Şimdi artık o çeşit filmler gelmiyor.
Eski Amerikan filmlerinde, büyük ailelerin çiftlik evlerinde köleler olurdu. Ailenin babasına “Sahip” diye hitap ederlerdi.
Çünkü kölelerin mutlaka bir sahibi olurdu.
Amerikalılar’ın film teknolojisi, senaristleri ve güçlü oyuncuları bizi hem eğlendirir, hem de bilinçaltımıza köleliğin hiç de yadırganmayacak bir şey olduğunu yerleştirirlerdi.
Eeeh, böyle alıştığımız için ‘Sahibimiz’ ne yapıyor, şu sıralar Kasım ayındaki Başkanlık yarışına katılacak adayların son durumuyla ilgili bilgi vereyim istedim.
Demokratlarda Hillary Clinton, Sanders’ın bir hayli önünde gidiyor.
Cumhuriyetçiler’de ise asi milyarder Donald Trump, liderliğini hala sürdürüyor. Ama Ted Cruz’da biraz geride olmasına rağmen inatla Trump’ı takip ediyor.
Demokratlarda ipi göğüslemek için 2383 delege sayısına ihtiyaç var.
Cilinton: 1748 delege kazandı.
Sanders: 1058 delege.
Cumhuriyetçiler’da ise 1237 delege lazım.
Trump: 743
Cruz: 517
‘Sahibimizin’ Clinton olacağı tahmin ediliyor.
Ben de Clinton’ı destekliyorum. Kötü mü, ‘Sahibimiz’ asi bir erkek olacağına güler yüzlü bir kadın olursa daha iyi olmaz mı? Hepimiz daha mutlu ve bahtiyar oluruz gibime geliyor!