Ülkede bir abluka yaşanıyor.
ABLUKA ÜLKENİN HER YANINDA
Sokağa çıkma yasakları ile ülkenin doğusu tam bir işgal havasında. Bir yanda evler yakılıyor yıkılıyor diğer yanda sivil insanlar katlediliyor. Günlerdir aylardır sokağa çıkma yasakları insanları canından bezdirmiş durumda. İnsanlar evlerini terke zorlanmış, evinde kalmaya direnenler terörist muamelesi görmüş, 2 yaşında ki bebeden 70 yaşında ki dedeye kadar insanlar keskin nişancıların hedefi olmuş durumda. Bugün Kürt illerinde ablukalar devam ediyor. Nusaybin, Silopi Yüksekova, Şırnak ağır havan topları ile dövülüyor. Öte yandan resmi gazetede yeni kamulaştırma ilanları yayımlanıyor.
Ülkede abluka sadece Kürt illeri ile sınırlı değildir. Ülkenin batısında da abluka sürüyor. Mesela Artvin Cerattepe'de doğa bir yandan sermaye şirketlerinin talanı altında öte yanda talancıları koruyan devletin silahlı birimlerinin ablukası altında. Devlet doğanın talanını gerçekleştirenlere destek veriyor. Önce yasalarıyla talana zemin hazırlıyor sonra direnen halkı jandarmanın gaz fişekleriyle dağıtmaya çalışıyor.
Abluka bir başka şekilde çocukların bedenlerinde sürüyor. Karaman'da 45 çocuk istismara, tecavüze uğruyor. Ensar vakfı bünyesinde bir yurtta gelişen bu istismar olayı tepki topluyor. Ancak Aile ve Sosyal politikalardan sorumlu kadın bakan ''Ensar vakfının’’ itibarını düşünüyor ve bu olay üzerinden yıpratmayalım diyor. Oysa kadın bakanın en çok düşünmesi gereken istismara uğrayan o çocukların geleceği olmalı değil mi? O çocukların yaşadığı travmanın kolay giderilir olmadığını bilmesi gerekmez mi? Ama nedense devletin zirvelerinde bir ölüm sessizliği sürerken bu konuda kadın bakan ''olmuş bir kez'' kolaycılığına kaçıyor.
Bir başka abluka bizzat ülkeyi ablukaya zorlayan devletin tepesinde saray telaşlısından geliyor. Savaş suçuna ortak olmayacağız diyen akademisyenleri terörist ilan ediyor. Tepeden bu işareti alan üniversite yönetimleri akademisyenlere işten el çektiriyor, yargı fırsatı ganimet bilip bazı akademisyenleri hapse atıyor. Aydınların tepesinde abluka bir demoklesin kılıcı gibi salınıp duruyor.
Cizre'de Sur'da yaşanan devlet şiddetinin sonuçlarını rapora dönüştüren hukuk ve insan hakları kuruluşları da bu ablukadan nasibini alıyor. Hedef gösteriliyor. Çünkü devlet aklı yaptığı vahşetin gizlenmesini istiyor. Kadınları memelerinin kesildiği, kadın bedeninin üç parçaya ayrıldığı, cenazelere işkence edildiği bilinmesin isteniyor.
Abluka bir başka biçimde medyada sürüyor. Muhalif televizyon kanallarına ve gazetelere kayyum atanıyor, kimi televizyonların uydu vericileri ile sözleşmeleri fesih ediliyor. Yazarlar işten atılıyor, gazeteciler tutuklanıyor hatta haber takibi yapan gazeteciler bizzat asker polis kurşunu ile yaralanıyor yada tehdit ediliyor. Medyanın amiral gemisi sayılan Hürriyet kayyum atanır gibi havuz medyasından bir ‘’turuva atı’’ ile içeriden fetih edilmiş durumda.
Öte yandan ülkenin tümüne Kürtler üzerinden mesaj veriliyor.'' Ya baş eğeceksiniz ya da baş vereceksiniz '' denilerek asıl mesaj tüm ülkeye veriliyor. Zaten topluma korku salınmak isteniyor bu ablukalarla. Abluka sadece sokağa çıkma yasakları ile değil devletin her türlü baskı aygıtlarıyla sürüyor.
Böyle olunca Cerattepe'de ki doğa hakları savunucularından, insan hakları savunucularına, Akademisyenlerden barış aktivistlerine, Alevilerden Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de mağdur edilen Kürtlere kadar her yerde itiraz edenler mücadelelerini birleştirmeliler. Cerrattepe'den Cizre'ye Silopi'ye bir direniş köprüsü kurulmalıdır. Bir arada yaşamın çimentosu bu direniş kardeşliğinde ortaya çıkacaktır.
Celal DENİZ