Bari bu fırsatı değerlendirelim...

YAYINLAMA: 02 Mayıs 2016 / 20.00 | GÜNCELLEME: 02 Mayıs 2016 / 20.00

        1960'lı yıllarda Türkiye sosyal tarihinde yeni-yeni başlangıçlara adımlar atıldı. Tabii ki olumlu olduğu kadar olumsuz sonuçlar da getirdi  bu ileri adımlar. Türkiye için fırsatlar da doğmuştu bu arada...  Avrupa'da hızla kalkınan ülkeler, başta Almanya, Fransa, Belçika vb. ülkeler çalışacak işçi açıklarını kapatmak için Türkiye'nin kapısını çaldığında "- Yaşasın!.. Türkiye'ye döviz gelecek..." çığlığı atıldı, sevinci yaşandı  ülkeyi yönetenlerce... 

        İşsizler de sevindi bu duruma... Bavulunu kapan Avrupa'nın yolunu tuttu.

        Nitekim, Avrupa'ya giden işçilerimiz valiz-valiz  döviz getirdiler Türkiye'ye...

        Oooh... Ne güzel "vur patlasın, çal oynasın" anlayışıyla marklar  florinler, franklar  vb. dövizler çar-çur edildi yıllar yılı... Çünkü işçiler için hiç bir sosyal politika/program  düşünülmemiş, düzenlenmemiş, yapılmamıştı.

        Dövizi olan -haklı olarak- kentsel yaşamın yolunu tuttu yıllar yılı... Bir büyük "iç göçmenlik seli" 1970'li yıllardan itibaren dengesiz bir şekilde dalga-dalga kentlere doğru akmaya başladı. Kırsal kesimde tarım alanında çalışan nüfus, iç göç sonucu kent merkezlerinde  birikmeye başladı.

        Türkiye'de sosyal dengeler bozuldu...

        Kent sorunları arttı.

        Kentsel yaşamda sorunlar  boyutlandı, giriftleşti.

        Köylerin nüfusu, dağ başında yaz güneşi görmüş kar gibi eriyip boşaldı..

        İç göç sonucu kentsel yaşamda huzursuzluklar başladı, kentler "mega köy" kimliği kazandı.

        Tüm bu olumsuzlukları yaşayan Türkiye, şimdilerde kırsal kesimdeki nüfusunun çoğunu kent merkezlerinde barındırma sorunu yaşıyor. 

                                             ***

        Boşalmış köylerde ilkokul, sağlık ocağı binaları kaderlerine terk edilmiş, boş duruyor. Hem de yüzlerce...  Bu binalara devletin olanaklarını harcayıp yapanlar, 30-40 yıl sonranın  ne olacağını/geleceğini, sorunlarını bilmeyecek denli bilgisizmişler meğer.

        Tam da "Burnunun ucunu görememek" işte bu olsa gerek...

        Diyeceğim o ki;

        Geçen gün sosyal medyada okudum, Trabzon/Beşikdüzü ilçesinin Bozlu köyü muhtarı  Mustafa Kılıç, artık eğitim verilmeyen köy ilkokulu binasının kimi bölümlerini onartıyormuş.

        Hemen aklıma, okul binasının "Köy Müzesi"ne dönüştürülmesi geldi.

        Bugün ülkemizde köylerde Bozlu'da olduğu gibi, yüzlerce/binlerce kullanılmayan, kaderine terk edilmiş devletin binaları, arsaları var. Bu binaları tekrar kazanma adına köy muhtarlarımız, köy aydınlarımız elele verip "Köy Müzesi" kurmalılar. Böylece köyden başlayacak bu görüşle/tutumla yerel tarihin zenginliklerine sahip çıkılıp yarınlara taşınmalı...

       Elbette bu bir görüş... Ama sahiplenilmesi gerekir... 

       Vatani görevini köyde yedek subay öğretmen olarak yapmış bir kişi olarak çocuklarımıza yakın çevreyi anlatırken özellikle tarihsel bilgi yönünden kaynak bulunmamasının yarattığı bilgisizlikle karşılaştım köyde... Oysa, o yörede, o köyde Türk Kurtuluş Savaşı'nın en kanlı vuruşmaları/çarpışmaları yaşanmıştı tarihte. O yöreden/köyden şehit olanlar vardı, gazi olanlar da... Ama ortada yazılı bir kaynak yoktu.

      Şimdi iç göçmenlik sonucu boşalmış okul ve sağlık ocağı binalarını  "Köy Müzesi" yapma şansı doğdu. 

      Bakalım bunu fırsat bilip görüşümüzü sahiplenecek bir siyasetçi ya da bürokrat çıkacak mı?

 

 

Bari bu fırsatı değerlendirelim...