Davutoğlu'nun çıkışı ve düşündürdükleri...
Siyaset uzun, uzun olduğu kadar düz bir yoldur yolcuları için... Yolcular için başkoşul: Dürüstlüktür?.. Bu yolun yokuşu/rampası da vardır, kimi zaman... Dahası gelişen olaylarla bir labirente dönüştüğü de olur. Ama, hedef demokrasidir bu yolda koşa aklara...
Öyle ya da böyle; demokrasi için siyaset, siyaset için demokrasi gerekli/şarttır, bu sevdalılar için...
Böyle olmasına karşın, demokrasisi gelişmemiş ülkelerde kimi siyasetçilerin cilalı/yalan sözlerle koltuk kapma yarışı yaptıkları da acı bir gerçek olarak sırıtır kimi zaman... Bunun nedeni, demokrasinin kaynağını besleyecek/geliştirecek erdemli/bilgili kişilikler dururken; sıradan kimliklerin bu alana soyunup boy göstermesidir acı gerçek olan... O zaman beklenmedik sorunlar/labirentler oluşur böyle ortamdaki demokrasilerde ne yazık ki...
Bu üzüntüyü demokrasi aşıkları yaşar her zaman...
***
Demokrasiler bir büyük koro olarak yaşanır/yaşanmalı...
Akortsuz seslerin sırıtması, kulak tırmalaması durumlarında yaşanan huzursuzluğun/moralsizliğin giderilmesi için o enstrümanın susturulması yanlışlığı yapılırsa koronun "çok sesliliği" ihlal edilmiş, sabote edilmiş olmaz mı?
Bir kanadı/sazı olmayan koro...
Ya da konuş/a/mayan bir toplum...
***
Güzel ülkemizde demokrasi için nice denemeleri yaşayarak geldik bu günlere...
Hiç birinden de demokrasi adına ders çıkaramadık kendimize...
Üzücü bir durum tabii ki...
Günümüzde aklımızı geçmişe çevirip 1946 öncesinde demokrasi arıyoruz. Ve bu akılla "Tek Parti Dönemi" diye tanımladığımız yılların yöneticilerini aklın/mantığın kabullenemeyeceği şekilde aşağılıyor, eleştiriyoruz.
Doğru mu? Tabii ki yanlış... Adı üzerinde dönemin demokrasi ile bir bağlantısı yok: "Tek Parti Dönemi..."
Peki, o dönemin yönetimi/yöneticileri "Çok Partili Dönemi", demokrasiyi getirmeseydi, arzulamasaydı, bugün eleştiri yapanlar demokrasi kahramanlığına(!) soyunabilecekler mi idi acaba?
Onu aklımızın kıyısına bile yaklaştırmıyoruz.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün, iki kez denediği "Çok Partili Dönemi" özleminin her seferinde, daha başlangıçta kimi çevrelerce nasıl sabote edildiğini uzun-uzun anlatmaya gerek yok sanırım.
Günümüz demokrasi kahramanları(!)nın müflis tüccar örneği "eski defterler" üzerinden söylemlerle rende gibi kendilerine yontmalarının demokratlıkla, yurtseverlikte, sağduyululukla, samimiyetle bir ilgisi, bir bağı olup-olmadığını düşünmenizi isterim.
***
Ahmet Davutoğlu'nun "bağlılık" söylemlerinin samimiyetle bağdaşırlığı ve kulaklardan kaçmayan kinayeli sözlerinden; demokrasimizin yeni bir labirente doğru yol aldığı anlamını mı çıkaralım?
Ne dersiniz?