Dün Milli Şef Bugün Sultan
Günümüzde Erdoğan'ın başkanlık sistemine fiilen geçmek için yol temizliğinde olduğunu, ona biat edecek bir meclis gurubunun varlığı, Davutoğlu’nun bertaraf edilmesine AKP içinden cılız bir ses bile çıkmamasını görünce Cumhuriyetin kuruluş sürecinde tek parti, tek adam dönemini anımsamamak mümkün değildir.
Tarih tekerrürden ibaret retoriği ile bir yazı kaleme almak niyetinde değilim. Ancak tarihsel deneyimlerin olumlu olumsuz mirasını sahiplenenler koşullar farklı olsa da benzer yöntemlerle hareket edebilmektedirler.
Erdoğan tarihsel olarak itilafçı bir geleneğin takipçisidir. İttihatçı geleneğe karşıt bir çizgiyi benimsemiştir. Ancak ittihatçıların yöntemlerini uygulamakta beis görmemektedir. Bu benzerlik tarihsel olanı bize anımsatmaktadır. Geçen yazımda Mustafa Kemal'in parti genel başkanını ve başbakanı istediği anda değiştirebildiği örneğini vermiş Erdoğan'ın Davutoğlu'nu değiştirmesi ile bağını kurmuş kuralsızlık devlet geleneğidir demiştim.
Bu yazıda Erdoğan'ın başkanlık sevdasının tek adam olma sevdasına dönüştüğü, totaliter bir rejime evirildiği gerçeği üzerinden milli şef dönemi arasında benzerliklere değinmek istiyorum.
Tek parti döneminde CHP, tüm toplumu temsil ettiğine inanıyordu. Bunun iki temel nedeni vardı. Birincisi kuruluş ve kurtuluş sürecinde oynadıkları rol, ikincisi geri kalmışlık sürecini bitirecek, kalkınmayı ve batılı anlamda modern bir toplum kuracak hedeflerinin olmasıydı. O yıllarda sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz düşüncesi ideolojik zemini oluşturuyordu. Bu zemin onu ulusal parti formatında meşru kılıyordu.
Bu dönemde kurulan meclisin büyük çoğunluğu asker ve sivil bürokrasiden oluşuyordu. Modern bir toplum yaratmada öncü dinamikler asker ve sivil bürokratlar olarak görülüyordu. Bu kesimin siyaset üzerinde ki etkisi devlet siyaset bütünleşmesini sağlamıştır.
Tek parti döneminin en belirgin özelliği CHP'nin 1935 yılında yapılan 4.Kurultayında alınan kararla il başkanları ile valilerin aynı kişiden oluşması, CHP genel sekreterinin İçişleri bakanı olmasıdır. Burada CHP ile devletin iç içe geçtiğini görüyoruz. CHP halka, meclise ve hükümete hükmedecek bir gücü elinde bulunduruyordu. Yasamanın yürütmenin ve yargının bir gücün etkisinde olması o dönemin diktatoryal karakterini gösterir. Bu dönemde siyasetin, hükümetin ve devletin sınırları fludur. Kuvvetler birliği esas alınmıştır.
Raymond Aron Demokrasi ve Totalitarizm adlı kitabında “tek bir parti, politika tekelinin faaliyetine sahip olunca, devlet ayrılmaz bir biçimde ona bağlı olur.” der. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde CHP'nin politika faaliyetini tekelinde bulundurduğunu ve devleti bu politika ile biçimlendirdiğini görürüz.
Erdoğan Başkanlık sürecine giderken, mevcut anayasal düzeni fiilen yıkmış kuralsızlığı kural haline getirmiştir. Gerekçe olarak da ''devlette çift başlıklı olmaz'' söylemi ile bulunduğu konumu meşrulaştırıp mevcut anayasal düzeni, parlamenter sistemi gayri meşru ilan etmiştir.
Erdoğan bugün kuvvetler ayrılığı ilkesini ''kuvvetler uyumuna'' dönüştürme çabasındadır. Bunun için parlamentoda dokunulmazlıklar kaldırılmak istenmekte, HDP fiilen parlamentodan atılarak meclis işlevsiz kılınmak istenmektedir. Bu da yeterli görülmediği için önce HSYK'nın yapısı değiştirilmiş, şimdi de Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organları tümden tasfiye edilecektir. Davutoğlu'nun görevden uzaklaştırılması, yargının dizayn edilmesi, meclisin işlevsizleştirilmesi, AKP genel başkanının ve başbakanın mutlak itaat edecek düşük profilli bir kişiden seçilmek istenmesi Erdoğan’ın tek adamlık siyasetinin birer parçasıdır.
Erdoğan kendisini milli şefin yetkileriyle donatmak isterken yani sultan olmak isterken, diğer yandan devlete her yönüyle hakim olmak istemektedir. Kendisini meşru kılmanın aracı olarak da 2023 hedefini önüne koymuştur. Bu hedef yanında İslam ülkeleri arasında güçlü bir lider pozisyonuna ulaşmak istemektedir. İdeolojik olarak ittihatçılar Türklük ve batılılık zemine oturmuşlar, AKP ve Erdoğan yeni Osmanlıcılık düşüncesi yanında toplumun çimentosunun müslümanlık olduğu tezi ile kendini ideolojik olarak konumlandırmıştır.
Bu ideolojinin farklı bir toplum yaratmada etkisini artırmak için de dün içeri tıktığı Ergenekon davasının temsilcileriyle anlaşmış, siyasetini askeri bürokrasinin desteği ile güçlendirmek istemiştir. Bu desteğin sağlanmasının ortaklaşma zemini de Kürt siyasetinin tasfiyesi üzerine kurulmuştur.
Dün tek parti vardı. O parti devlet partisiydi. Bugün çok partili bir siyaset zemini var. Ancak siyaseti işlevsizleştirmek için devletin bütün şiddet araçları, baskı aygıtları seferber edilmiş tek parti diktatörlüğünü aratmayacak bir sürece doğru hızla gidilmektedir.
Milli şeflikten esinlenip, Sultan olma hevesinde olan Erdoğan ülkeyi tehlikeli bir viraja götürmektedir. Keyfiyet hukukun, anayasanın önüne geçmektedir. Ülkenin geleceğinden kaygı duyanların bunu görmesi ve ona göre konumlanması elzemdir.
Celal DENİZ