Siyasi gelenek, yumurta, Kılıçdaroğlu ve "sessuzluk!.."
Olayları TV'den izliyor, gazetelerden okuyorum da şaşıp kalıyorum, "- Hangi zamanı yaşıyorum?" diye... Geçmişi; siyasal tarihi hep tekrar-tekrar niçin yaşamak durumunda kalıyoruz böyle?
Vallahi şaşıyorum...
Tarihten ders almayı, ders çıkarmayı bilmez bir duruma düştük nedense... "Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" Atasözü tam da bizler için söylenmiş galiba...
Bu görüşüme katılmayıp itiraz ediyorsanız, o zaman derim ki; " - Siyasal tarihimizi biraz okuyunuz lütfen..."
Bu ne demek, ne anlama mı geliyor?
Madem öyle açıklayayım: 1950'li yıllar... "Millet iradesi" DP'yi iktidar yapmış, "kırat" dörtnala koşuyor, kimi zaman şaha kalkıp kişniyor.
Hakkı da... Böyle bir "siyasi zafer" şimdiye değin hiç yaşanmadı ki...
Ama her "şaha kalkış"ın da bir yolu/yordamı var tabii ki...DP bunu yapamadı. Üçüncü Cumhurbaşkanı Rahmetli Celal Bayar "kırat"ın şaha kalktığı günlerde elinde DP amblemli asası ile bir mitingde konuşunca Türk demokrasi tarihinde ilk kez "partili Cumhurbaşkanı" deyimi kullanıldı.
Kullanıldı ve muhalefet bu yanlışı diline dolayınca Bayar bir daha DP bastonuyla görünmedi.
Kısacası çark etti. Allah biliyor, hiç ses çıkarmadı...
***
DP iktidarı, 1958'de yapılacak genel seçimlere giderken, ülke ekonomisinde dengeler bozulmaya başlayınca 1957'de "erken seçim" kararı aldı.
Belli ki; partide yükselen muhalefet seslerini seçimle tasfiye etmek istemenin ve de ekonomiyi rayına oturtmanın bu erken seçim kararında payı vardı.
1957 seçimlerine giderken ülkede siyaset dünyası öylesine ayrışmıştı ki; bir tarafta DP'nın "Vatan Cephesi", diğer yanda CHP'nin "Güçbirliği" ocakları...
Radyo DP iktidarının borazanı...
Devletin radyosundan her gün, ama her gün "Vatan Cephesi"ne iltihakların/katılımların listeleri saatlerce okunuyor. Sanılır ki, yurttaş işini-gücünü bırakmış, dağdan/bayırdan sel olup DP'nin kapısına dayanmış, " - Ben DP'liyim, benim de adımı radyodan duyurun..." yarışı var. Ama; okunan bu DP'ye katılım listelerinde ölü yurttaşların adları da okununca işin aslı anlaşıldı.
Bu, işin fiyaskosu ya da mizah yönü... Uzun-uzun anlatılır/yazılır, ama benim meramım başka...
***
1957'den 1960 'a doğru giderken ülke siyasetinde oluşturulan anlamsız fay hattı ile yurttaşlar birbirleriyle selamı/sabahı kesmiş, birbirlerinin cenazesine gitmez, alış verişte bile kendi partilisini arar olmuştu.
Muhalefet lideri Rahmetli İnönü çıktığı yurt gezilerinde örneğin Kayseri'de, İstanbul'da, İzmir'de yolu kesilmiş, hatta Kurtuluş Savaşı'nda İşgalci Yunan Ordusu komutanı Tirikopis'i esir aldığı Uşak'ta bile karşıt partililerce taşlanıp başı yarılmıştı.
Siyasi partilerin kongreleri kapalı mekanlarda yapılırken içerideki konuşmaların dışarıya hoparlörle duyurulması yasaktı.
Gazeteler olayları tüm açıklığıyla yazamıyor, yazanlar ise mahkeme kapılarını mekan tutuyor, çoğunlukla da hapse atılıyordu.
DP yanlış bir yol seçmiş, geri dönenmiyordu.
***
Gerçek demokratik yaşam "Toriçelli deneyi"ne benzer... Bir taraftan sıkarsanız/preslerseniz, antidemokratik uygulamalar yapmaya kalkarsanız; öbür taraftan tepkisi mutlaka ortaya çıkar toplumsal yaşamda...
Siyasetin de; toplumsal kültür seviyesiyle olan yakın bağını bilerek; geçmişin kötü örneklerini yaşamış ve de ders almış bir kişi olarak, "hipertansiyonlu bir siyasetin ülkeye yarar getirmeyeceğini çok iyi biliyorum."
Kılıçdaroğlu'na cenaze töreninde yumurta atılması ise siyasi geleneğimize yakışmayan bir çikinlik olarak görüyorum.
Dahası, bu olayın diğer parti yönetimlerince "sessuzluk!.." olarak değerlendirilmesini, geçiştirilmesini ise son derece olumsuz ve düşündürücü buluyorum.