Her şey ne kadar da pamuk ipliğine bağlıymış!

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

15 Temmuz gecesinin ardından Türkiye’nin “devlet yönetimi” açısından görünümü, adeta deprem sonrasının hazin görüntülerine benziyor…

Herşeye hakim olduğunu sandıklarımızın, aslında pek de bir şeye vakıf olmadıkları, bazı şeylerin adeta pamuk ipliğine bağlı gittiği ortaya çıktı.

Genelkurmay başkanı ve bazı üst düzey komutanların rehin tutulup, devletin en üstündeki yöneticinin televizyonlara ancak cep telefonu görüntüsüyle bağlanabildiği bir manzara, gerçekten kaygı vericiydi.

                                   ***

Görünen o ki; AKP iktidarı ya cemaatin devlet içerisindeki yapılanmasının boyutlarının farkında değil, ya da farkındaymış ama elinden fazla birşey gelmediği için sesini çıkarmıyormuş.

Oysa görüldü ki, o güç hiç de hafife alınacak bir güç değilmiş…

Adamlar Genelkurmay başkanını ve komutanları rehin aldı,

TBMM’yi bombaladı, televizyonları bastı, İstanbul’da yolları kesti.

 Ve dakikalalar boyunca, devletin hiçbir yetkilisinden açıklama gelmedi.

Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Bakanlar da sanki yer yarılmış da yerin dibine girmişti.

Epeyce bir zaman sonra, ancak telefon bağlantısı ile konuşmaya ve ortada bir darbe girişimi olduğunu söyleme başladılar.

                                               ***

Televizyonların canlı yayınında habercilerin elinde birer cep telefonu, ülkenin Cumhurbaşkanı’na, eski cumhurbaşkanına facetime’dan bağlanmışlar, durum değerlendirmesi yaptırıyorlar. Beni en çok bu görüntüler endişelendirdi, işte.

Cumhurbaşkanı cep telefonundan seslenerek, halkı sokaklara meydanlara inmeye çağırdı.

Askerin önüne hiçbir devlet yetkilisi çıkamazken, halk sokağa döküldü.

Belki de bu çağrının en çarpıcı yanı, sokağa çıkma yasağı bulunan Cizre’de bile halka sokağa çıkın çağrısı yapılmış olmasıydı.

Zaten onlar yıllardan beri öldürülmeye alışıktı.

Öyle de oldu… Epeyce insan öldü.

Başbakan ölenlerin ardından, “Vatandaşına kurşun sıkanları” kınadı!

                                               ***

Şimdi, yaşanan tüm bu olumsuzlukların ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu durumu istismar edeceğinden endişeler başladı.

Baksanıza, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault bile darbe girişiminin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, muhaliflerini susturmak için “açık çek” anlamına gelmediğini hatırlatma gereği duymuş.

Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas ise, darbe girişiminin ardından Ankara'nın "intikam ve keyfiliğe" dayalı davranışlar içine girmemesi gerektiğini söylüyor.

Oysa, darbe girişiminden fırsatlar çıkarmaya kalkışmak yerine, yaşanan olayın neden ve sonuçlarına üzerine yoğunlaşıp, demokrasinin tam tesisi yönünde adımlar atılması, vatandaşta oluşan tedirginliğin giderilmesi gerekir.

En basitinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’lilerin, “özgür basının” rolü ve önemi konusunu, yaşadıkları bu ciddi ve ağır tecrübenin ardından bir kez daha daha iyi düşünüp, değerlendirmeleri beklenir.

                                               ***

Ayrıca amaçsız ve fütursuzca sokaklara dökülüp tekbir getiren şuursuz genç insanlardan medet umarak veya günde bilmem kaç kez camilerden sela verdirerek bu kaos ortamından çıkmak pek imkan dahilinde görünmemektedir.

Sokağa dökülen insanların, askerlerin boğazını kesecek kadar gözü dönmüş ve kendini kaybetmiş halinin hiç ama hiç kimseye bir faydası olmayacağı o kadar net ve aşikar ki!

 

 

 

Her şey ne kadar da pamuk ipliğine bağlıymış!