“Bir gün Suriye karışırsa bilin ki hedef Türkiye’dir”
Değişim bütün hızıyla sürüyor.
Hayatımızı her alanda etkiliyor. Uyum sağlayabilenler rahat edecekler, değişemeyenler sıkıntı çekecek.
Türkiye’de rejim değişecek.
Halk tarafından seçilecek ‘Devlet Başkanı’ ülkeyi tek başına yönetecek yetkilerle donatılacak.
Bakanlar parlamentodan seçilmeyecek, dışarıdan ‘Devlet Başkanı’ tarafından atanacak.
Devlet Başkanı göreve başlarken yeni yasalar gereği Valiler, Müsteşarlar, Kamudaki Genel Müdürler istifa etmiş sayılacaklar ki, Devlet Başkanı istediği gibi görevlendirmeler yapabilsin.
Parlamento, eski gücü ve etkisinden uzak olacak. Yine yasama görevi yapacak ama büyük oranda ipler Devlet Başkanı’nın elinde olacak. Bakanlar, parlamenterlerin nüfuzu veya yaptırımlarından etkilenmeyeceği için daha rahat ve kaygısız çalışabilecekler. Milletvekili seçimleri eski havasını kaybedecek.
Eğitimde önemli değişimlerle karşılaşacağız. Sil baştan denebilecek gelişmeler olacak. Okullar, özgün düşünebilen gençler yerine manevi değerlere bağlı, muhafazakar gençler yetiştirecek. Kadın-erkek ayırımı bayağı belirgenleşecek. Evde oturan kadınlar erkeklerin iş bulmasını kolaylaştıracaklar.
Okuduğumuz gazetelerin, kitapların, dergilerin nitelikleri kültürel değişime uygun olacak.
Üretim, ticaret ve bankacılık faaliyetleri de değişime uygun hale getirilecek.
Fakirleşiyoruz. 3 yıldır 10 bin dolar bandında ve üzerinde seyreden kişibaşı yıllık gelirimiz bu sene 9 bin doların altına düştü. Çünkü yeterli oranda büyüyemiyoruz.
Bu yüzden AVM’lerde kiralık yerler artıyor. Yatırımcılar çok daha mütevazı kiralarla yetinmek zorunda kalacaklar. Benzer işleri yapanlar ya daha büyükler tarafından satın alınacak veya tasfiye olacaklar.
Eski alışkanlıklar değişecek.
Beş liraya alınan arsa iki yıl sonra 15 liraya satılamayacak. Paradan para kazanma eskisi gibi cazip olmayacak.
Tabii bu arada değişmeyen, eskiden nasılsa aynen devam edecek şeyler de olacak.
Kayırmacılık, haksız iktisap için iklim daha müsait hale gelebilecek.
Daha kapalı ve muhafazakar bir toplum diye özetleyebiliriz.
Bu durum dünya gerçekleri ile ne kadar bağdaşabilir bilemiyorum. Türkiye tercihini yapmış gibi duruyor.
AB’den koptuk. Yüzümüzü Ortadoğu’ya, arkamızı Rusya’ya döndük.
Burada önemli bir gerçek var. Bu model, bu rejim bizim tercihimiz değildi. Ancak bizim için öngörülen buydu.
Referansım 2003 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’nin söylediği, “İçinde Türkiye’nin olduğu 22 ülkenin sınırları değişecek” yorumu ile eski başbakanlardan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Ağustos 1992’deki öngörüsü: “Bir gün Suriye karışırsa bilin ki hedef Türkiye’dir.”
Üzüldüm!..
Google’a sordum:
AIDS hastalığının tedavisi var mıdır?
Şu yanıtı veriyor:
AIDS tedavisinde HIV virüsünü tamamen ortadan kaldıran bir tedavi henüz yoktur, ancak HIV virüsün çoğalmasını kontrol eden ilaçlar vardır. Bu ilaçların genel adı ‘Antiretroviral ilaçlar’, bu ilaçlarla yapılan tedavi de antiretroviral tedavidir.
“Ne alaka?” diyeceksiniz.
Önemli bir işadamının başının dertte olduğunu duydum.
Tedavi görüyormuş.
Hemen akla ‘o iş’ gelmemeli!
Kan ürünlerinin naklinden de bu virüs kapılabiliyor.
Rakamlarla, bu virüsten dünyada dakikada 11 kişi, günde 15 bin kişi etkileniyor.
Bu karikatür bir Rus’a ait. Gerçekten Ruslar böyle mi düşünüyor acaba?
Anlatılmak istenen, Türkiye “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oluyor!”
Irak’ta, Suriye’de macera ararken, toprak kaybına uğruyor!
Türkiye’nin kimsenin bir karış toprağında gözü yok. Ancak, sınır güvenliğimiz ve teröristlerden korunmak için Türkiye’nin haklı olarak yeni oluşumda masada olması kadar tabii ne olabilir?
Ne güzel değil mi? NATO ortaklarımız enerji sahalarında at koşturacak diye ülkelerini terk eden 4 milyon mülteciye Türkiye baksın.
Musevi vatandaşın miras paylaşımında yaptığı gibi, “Lüks yat onlara, kayık bize” verilecek! Yok yaa!..
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gece başlayan Musul operasyonu hakkında net mesaj verdi: "Ne diyorlar; Türkiye Musul'a girmesin. Yahu nasıl girmeyeyim. 350 kilometre sınırım var benim. Hiç ilgisi olmayanlar giriyor. Hiç ilgi alakası olmayanlar gelip giriyor, neymiş Bağdat onlara gel demiş. Gel demedikleri zaman Irak’a gelenlere niye hayır demediniz? 14-15 sene önce Saddam gel mi dedi bunlara? Ama girdiler. Orada kan gövdeyi nasıl götürdü. Milyonu aşkın insan öldü."