BASIN

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Basın denince aklıma eşimin başından geçen bir olay gelir.
Zaman zaman değişik arkadaş guruplarında bu olayı anar güleriz. Tarihlerden bir gün opera sahne gösterisi için gittiğimiz Büyük Tiyatro’da oyuna daha vakit erkendi. Bu nedenle yakın bir yerdeki yeni açılmış, sadece döner sunulan kebapcıya gittik. Opera binası Ankara’nın 1933 senesinde Sergi evi veya Sarayı olarak tasarlanmış, aynı sene inşaatına başlanmış bir yapı. Bu yapı zaman içinde Opera binası haline dönüştürülmüştür. Mimar Şevki Balmumcu tarafından projesi çizilen bu yapının 1933 senesinde her ne kadar inşaatı başlamışsada 1934 senesinde yapımı bitirilmiştir.
Bu bina daha sonra 1948’de Paul Bonatz’ın yeniden tasarımı ile Opera binası haline dönüştürülmüş ve aynı sene bitirilmiştir. Kültür Bakanlığı’nın tam karşısında yer alan bu yapı Ankara’nın simgelerinden birisidir. Aynı zamanda Büyük Tüyatro adı ile de anılan bu yapının yeri, Gençlik Parkı’nın hemen yanında yer alır. Ankara’nın opera ve bale gösterisine yeterince cevap veremeyince 1995 senesinde yeni bir bina için yarışma düzenlenmiş, fakat kazanan yarışmacının projesi inşaa edilmemiştir. 1934 yılında düzenlenen Yeni Cumhuriyetin ilk 10 yılı adlı resim sergisi bu binada gerçekleşmiştir.
Çocukluğumda bu binaya çok sıklıkla giderdik. Opera binasında sergilenen eserlerin biletlerini bulmak oldukca zor olurdu . Her Pazartesi haftanın biletleri satışa sunulur, kısa bir zamanda tükenirdi. Kimi zaman mahallemizde oturan rahmetle andığım Tekin Akmansoy’dan rica ederdi bizimkiler. Usta sanatçı bu ricaları hiç geri çevirmezdi. Tiyatroya sevgimiz çocuk yaşta başlamıştı. Bir eseri seyretmeye gidilirken, en şık kıyafetler giyilir, erkekler kıravatsız içeriye kabul edilmezdi.
Bugün tıpkı Budapeşte’ deki opera binasında olduğu gibi. Hatta Budapeşte’de Hayvanat bahçesindeki lokantaya bile kravat ve ceketsiz girmeniz mümkün değildir.
Genelde üst balkonda otururduk. Alt salona Ankara’nın ileri gelenleri otururdu. Çocukluğumda hiç alt salonda bir eser seyretme imkanım olmamıştı. Sonraları değerli sanatçı Zafer Ergin vasıtası ile bir çok kez alt salonda ve önlere yakın bir yerde ‘’Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe ‘’ gibi eserleri seyretme imkanımız olmuştu.
O günde güzel bir eser için Büyük Tiyatro’ya gelmiştik. Vakit erken olduğu için girdiğimiz yeni yapılan dönercide yemeğimizi yemiş, hesabı da ödemiştik. Çıkmadan evvel eşim lavobaya gitmek istedi. Ben de masada kendisini bekledim. Geldiğinde gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ne olduğunu sorduğumda, gülmekten cevap veremiyordu. Sakinleştiğinde olayı anlattı. Be nde gülmekten kendimi alamadım. Eşim ilk karşılaştığı tuvalet kabininin kapısını açmış, karşısındaki duvarda kalın iri harflerle BASIN yazısını görünce kendi kendine:
- Tamam burası basın mensuplarına ayrılmış bir tuvalet, ben ötekine geçeyim;
diye bir yandaki tuvaletin kapısını açıyor. Bir de ne görsün, yine aynı yazı; ‘’BASIN’’
O anda aklı başına geliyor ve içeriye giriyor. Gülerek anlattığı bu hikaye konusunda bana da;
-Bu olayı kimseye söylemeyeceksin , diye tembih etmişti.
Hikayeyi ben kimseye söylemedim, ancak kendisi arkadaşlarına anlatarak o günü hep yad edip gülmekteler.
Bugün basının, hür düşüncenin baskı altında olduğuna inanmaktayım. Doğru; 15 Temmuzda ülkenin başına olaki bir hadise gelseydi, bugünden daha değişik bir idare olacağına inanmamaktayım.
Darbe ise, kanun hükmünde kararname de bir sivil darbe, basının susturulması da bir darbe, yandaş diye adlandırdığımız her etkinin, bir sivil vesayet olduğuna inanmaktayım.
Hangi kabini açarsanız açın, içerde ‘’BASIN’’ kelimesini görürsünüz diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.

Metin Atamer

BASIN