Göz Doyması
Eskilerin çok doğru tespit ettikleri bazı deyimler vardır, asırlar geçse de manasını, değerini hiç yitirmez. Çocukluğumuzda yatılı okulda bazı yemekler vardı, sofraya geldiğinde gözlerimizle o yemeğin üzerine odaklanırdık. Bunlardan en önemlisi kuru köfte ve kızarmış patatesti. Okulumuzda sofra düzeni diktörtgen bir masanın iki başında son sınıftan birer büyüğümüz oturur , iki yanlara üçer çocuk sıralanırdı. Yemekler birer büyük tas içinde sofra başlarının önüne gelir konurdu. Sofra başları adil davranmak adına, köfteleri önce sayarlar, masanın etrafında bulunan çocukların sayısına bölerlerdi. Hatta kızartılmış patatesin de adedi sayılır, kişi başına düşen kızartılmış patates tabaklara pay edilirdi.
Kimine bir fazla, kimine bir eksik, amma her seferinde sofra başları kendi tabağına iltimas geçer, birer fazla koyarlardı. Eğer yanlarda oturan küçük sınıftan biriysen sineye çekmek mecburiyetinde kalmak kaçınılmazdı. Çünkü günde üç öğün o masada olmak mecburiyetinde kalmanın ötesinde devamlı şikayetçi duruma düşen bir talebe, diğer talebelerin gözünde pek muteber sayılmazdı. Haftada sadece bir gün, bu yemek bilhassa Cuma günleri verilirdi ve ertesi gün Kayseri’ye gitme izni vardı. Bazı durumlarda bu haktan da mahrum kalırdık.
Kayseri’de mutlaka akşam okula dönerken Kiçikapu’daki fırından akşam ekmeğini sıcak olarak alır, içine doğranmış pastırmayı yerleştirir, afiyetle yerdik. Otobüsün tamamı pastırma kokardı. Şehir izinleri cezaya yakalanan kardeşlerimin istekleri doğrultusunda onlara da pastırmalı ekmek getirilirdi. Sofrada kaybettiğimiz eksik doyum arzularımızı orada giderirdik. Hele bir Zümrüt Pastahanesi vardı meydanda, otobüsten inince doğru oraya gidip, iştahımızı orada körletmeye çalışırdık. Zümrüt Pastahanesi bu konuda çok duyarlıydı. Bir sonraki hafta ne istediğimiz konusunda bilgi alır, ona göre pasta ve diğer tatlılarda çalışma yapardı.
Esas önemli olan konu, ders yılı ara tatillerinde eve geldiğimiz zaman yaşanırdı. Okulda yemediğimiz yemekler, tatlılar hatta ev yemeği ortamında özlem duyduğumuz yemekler evde kaldığımız karne tatili döneminde pişerdi. Masaya konduğu zaman sofrada kimse el atmaz, önce bizim tabağımıza istediğimiz kadar konurdu. Yemeği yemeden evvel şöyle uzun uzun bakardık. Önce gözümüz doyardı. Daha sonra çala kaşık yemeğe başlardık. Bizim evde ilk yemek kızarmış kuru köfte ve patates olurdu. Tabağıma yiyemeyeceğim kadar kuru köfte ve patates konurdu, ben önce seyrederdim. Gözüm doyardı. Rahmetli anneme tabağımdaki yemeğin çok olduğunu söyler, bir miktarını almasını isterdim. Çünki gözüm doymuş olurdu. Bir üç ay daha okulda bu doygunluğu kullanırdım.
Yıllardır ülkemde tek adamlık hırsı gözlemlemekteyim. Bütün erkin bir elde toplanması ve bu hırsın kontrolsuz kullanıma açık hale gelmesi için özel sarf edilen çaba. Bu nasıl bir demokrasi olur bilmiyorum, murakabesi olmayan güç, her zaman kontrolsuz yapılan hatalarla dolu olur. Yalnış yaptığınızı anlamadan, uçuruma gittiğinizi göremezsiniz. Bir mekanizma sizi denetlemesi gerekir ve sizin de hesap verecek bir kuruma ihtiyacınız olması gerekir. ‘’ Yasama, Yürütme ve Yargı‘’nın tek elden kullanılması, bilhassa çoğunluğu cahil olan bir toplum için, riskli neticeler doğurur. Her yaptığınız yalnış sonunda laf arasında ‘Bizi aldatmışlar, böyle olacağını bilmiyorduk’ gibi cümleler kullanmaya mecbur kalırsınız. İnsanın önce gözünün doyması ve bunun için iyi bir eğitim gerekir.
Hani ata binmeyi bilmeden atın üstüne atlarsanız, beygir sizi yere çalar ya , işte onun gibi bir şey diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
Metin Atamer