Gazeteler nasıl finans buluyor?
Tesadüf bu ya...
Gazetelerin nasıl finanse edildiklerine dair bilgi, görüş ve yorum aynı güne denk geldi.
Ekonomi sayfamızda bu konuyu iyi bilenlerin ağzından yapılan haberleri okursanız önemli bir gerçeği öğrenmiş olursunuz.
Demokrasilerde basın çok önemlidir. Daha doğrusu ‘önemlidir’ kelimesi az bile, basının gerçek durumunun analizinden demokrasinin kalitesine ulaşabilirsiniz.
Aslında, “Kaliteli demokrasi, ileri demokrasi, yüksek kalitede demokrasi” gibi nitelemeleri saçma buluyorum.
Demokrasi ya vardır ya da yoktur.
Bu kadar net ve basit!
***
Hani ünlü fıkradaki gibi “...kızımız birazcık hamiledir!” deyişi ne kadar saçma ise, demokrasinin varlığını kaliteye bağlamakta o kadar saçmadır.
Gazete yayımcısı bir ailenin dördüncü nesli Dinç Bilgin, bir zamanlar bu ülkenin en önemli gazete sahiplerinden birisiydi. Vizyonu, cesareti, aile tecrübesi ile Türkiye’de basın tekelini kırmış, sektöre büyük yenilikler getirmiş, dürüst ve namuslu bir insandır. Hiçbir zaman haketmediği suçlamalara hedef olmuş, misliyle çıkarılan ve çoğu kendine ait olmayan bütün borçları da fazlası ile ödemiştir. Bu nedenlerle, o ne diyorsa ben inanırım. Lütfen söylediklerini okuyun, hatta röportajın tamamını, Yeni fiafak Gazetesi’nin internet sitesinden veya Google’dan da bulup okuyabilirsiniz.
***
Bir başka dürüst ve namuslu ailenin ferdi olan Prof. Dr. Mehmet Altan’ın da söyledikleri, hem de güncel haliyle, fevkalade önemli. Gazeteler nasıl finanse ediliyor, ayan beyan meydanda.
Dikkat buyurunuz, düzülen değişmiyor, yalnız düzenler değişiyor!
Dinç Bilgin cesaretle açıklıyor:
“Türkiye hızla bozulma sürecine girdi. Gazetecilerle devlet adamlarının ilişkileri olmaması gereken bir düzeye ulaştı. Ayıp şeyler oldu. ‹şadamları devletten ihaleler almaya başladılar. Öyle bir Türkiye ki mesela elektrik dağıtımı özelleştirilecek, bu medya grupları arasında paylaşıldı. GSM ihaleleri, santral ihaleleri hep bu şekilde paylaştırıldı. Medya medyalıktan çıktı.”
O devir öyleydi, gazete sahipleri parsayı bölüşüyorlardı.
***
Peki şimdi...
Onlar gitti, başkaları geldi, onlar üleşiyor!
Şu gerçeği sakın unutmasınlar, hesap mutlaka soruluyor. Belki hesap kendilerine yetişmez, ama çocuklarından hesap sorulacağını bilmeleri gerekir.
“Yok canım, biz ne yaptık ki; kömür santralını, jeotermal enerji kaynağını, hidrolik barajı, HES’leri bize teklif ettiler, istekli olmamamıza rağmen zorla kabul ettirdiler. Vebali boyunlarına. Allah rızası için kabul ettik” demek, zamanı gelince kimseyi tatmin etmez! Varsa yanlış, önlerine mutlaka konacaktır. Unutulmamalı ki, bu işler sonsuza kadar olmuyor. Dinç Bey öyle diyor.
***
Saddam, 24 yıllık iktidarında, sürekli yanında olanlara hep imtiyaz sağladı. Kaddafi’nin daha da uzun hükümdarlığı sürecinde aynı şekilde parsalar bölüşüldü, ama sonunda ne oldu? Hepsini öldürdüler! Kaçanların malını müsadere ettiler, kaçtıkları delikten bulup, getirip iskence ile telef ettiler!
Bizden de bir örnek vereyim: Uzan Ailesi! Ana, baba, kardeş hepsi yakalanmamak için dışarı çıkamıyor, saklanıyor. Korkuyorlar! Böyle yaşanır mı, böyle hayat olur mu? Paris’te yaşayanı ise şuursuzca para harcıyor, arasıra gazetecilere kız arkadaşı ile mutluluk(!) resmi çektiriyor, sonunun nasıl geleceğini bilemeden öylesine yaşıyor! Bu yaşamlar kimseye ders olmuyor!
Dünya düzeni böyle kurulmuş.
Nehir kenarında oturup yeterince beklersen bütün haksızlıkların telafi edildiğini görürsün, öyle diyor bilge adam.
***
Dürüstlükle sahip olunmayan (Bunu en iyi kendileri bilir) ne varsa, birgün geri alınacağını, hem de eziyet çektirileceğini bilmiyorlarsa, biraz tarih okusunlar veya okuyanlara sorsunlar, öğrensinler!
Başka bir gerçek ise, birinin tecrübesi diğerine ders olsaydı, soygun devam eder miydi?!
***
Son olarak bugün internete düşen Nazlı Ilıcak’ın serüvenleri beni çok güldürdü!..
Gerçi Nazlı Hanım hemen açıklama yaparak, “Ben Hırant’a sahip çıktığım için oluyor bütün bunlar” dedi, ama bana yan sütunda okuduğunuz haber doğru gibi geldi. Son derece normal.Nazlı Hanım’ın kocası bakan olmayacakta, kim olacak?
Geçmişten anekdot...
Uzun boylu bir vali muavini vardı.
Bir gün ziyaretime gelen bir arkadaşım, “Sana gelmeden önce bir işim vardı, dostum olan vali muavinine uğradım. Ağzı kulaklarına varıyordu, ‘Hayırdır inşallah sayın valim, bu neşe nereden böyle’ diye sorunca, ‘Hani o gazeteci var ya, beni vali yapacak, söz verdi. İlişkilerini bildiğim için göreceksin yakında vali olacağım’ dedi. Kulaklarıma inanamadım, gerçekten sizin böyle gücünüz var mı?” diye sorunca ne diyeceğimi şaşrdım.
“Vallahi” dedim, “En azından benim böyle bir gücüm yok, olmadı da, olamaz da! Ama el elden üstündür, bir bakarsın olur da, o söylediğin gazeteci kisvesindeki adam bunu nasıl yapacakmış, asıl oraya takıldım” dedim.
***
O müsvette mesleği bıraktı, o vali yardımcısı da vali olamadan rahmetli oldu...
O vali yardımcısı böyle bir saçmalığa nasıl inanıyorsa, talancılar da aynı mantıkla yaptıklarının suç olmadığına ve hiç hesap sorulmayacağına inanıyorlar.
“Son” hep aynı da, yöntemler farklı olabiliyor!
Eğitimli işadamının eğitime bakışı
Yerel basında zaman zaman eğitim seferberliğinde yer alması gerekenlerin ‘arazi’ oldukları haber yapılıyor.
Tabii herkes değil; bilinen, deve yükü ile para kazanan, devletle sürekli iş yapan bazı muhteremlerin, eğitime kayıtsız kalmamaları isteniyor. Haklı ve doğru eleştiriler!
Ama kimse de mecbur değil!
“...tir et şu Anteplileri, burada adam mı var!” diyen zatı muhteremler, Gaziantep’e okul yaptırır mı?
Okulu da enerjiden para kazandığı yere yaptırır!..
Tavsiyem: Sapkınlarla uğraşıp boş yere zaman kaybedilmemesi...