Değişen benliğimiz
24 saat içerisinde, kaç farklı benliğe büründüğünüzü hiç düşündünüz mü? Aile ortamı, arkadaş ortamı, yakın çevre ve iş ortamı ya da ilk defa bulunduğunuz bir ortam olsun, gün içerisinde ne çok farklı benliklere bürünüyoruz aslında, bilinçli veya bilinçsiz.
Her ortamda sahip olduğumuz ya da sahip olmamız gereken bu farklı davranış tarzı ile, daha çok tanıyor, daha çok öğreniyoruz şüphesiz. Peki, bu farklılık, birçok kişinin yanlış tanımıyla, yapmacıklık, ikiyüzlülük ya da karaktersizlik midir? Kesinlikle değil. Çünkü insan, yaradılışın verdiği yeti itibari ile bulunduğu ortam ve bu ortamın sahip olduğu koşullara, bir anda dâhil olabilmektedir kontrolsüz.
Yakın bir arkadaşınız veya tanıdığınız herhangi biri olsun, birlikte farklı ortamlarda bulunduğunuz zaman, daha farklı bir yönünü, benliğini görür ve daha çok tanırsınız bir nevi. Hatta çoğu zaman insan bulunduğu ortamın koşullarına kendini o kadar fazla kaptırır ki bambaşka biri haline gelebiliyor doğası gereği.
Bir öğretmen, öğrencisiyle farklı biriyken, çocuğuyla apayrı biri değil midir? Ya da bir doktor hastasıyla farklı bir benliğe sahip iken, yakın çevresi ile daha farklı biri olamaz mı? Peki, bir yönetici iş ortamında farklı iken, ailesinde çok daha farklı biri değil midir aslında?
Barındırdığımız tüm farklı benliklerin ve özelliklerin, bir araya gelip bir bütünlük oluşturması ise karakterimizi ortaya çıkarır.
İsmini çokça duyduğum ama daha geçenlerde okuduğum Philip Zimbardo’nun “Şeytan etkisi” adlı kitabından çok etkilendiğim için bu hafta yazımda, benzer konuya değinmek istedim o yüzden. Kitapta, Zimbardo, üzerinde çalıştığı bir deney için, gerçekmiş gibi bir hapishane ortamı tasarlayıp, bu mekânı bir laboratuvar gibi kullanarak deney yapmak istiyor. Bu deney için bir grup insan seçiyor.
Amaç, farklı bir ortam oluşturup, insanların bu ortamda nasıl ve ne ölçüde değişimler gösterdiğini gözlemlemek. Bu deneyden en sağlıklı ve doğru sonuç alınabilmesi için de zihnen ve bedenen en sağlıklı olan insanlar seçiliyor özellikle.
Zimbardo, 1970 sıralarında Stanford Üniversitesi’nde çalıştığı sırada, üniversitenin bodrum katında oluşturduğu bir hapishane deneyi için seçtiği kişileri, mahkûmlar ve gardiyanlar olarak iki gruba ayırır. Çok geçmeden, bu insanlar kendilerini, aldıkları rollere o kadar fazla kaptırırlar ki, mahkûm rolünde bulunanlar, gerçek olmamasına rağmen, bulundukları hapishaneden kaçış yollarını aramaya başlayıp, kendi aralarında bağırıp, çağırırlarken, gardiyan rolünde bulunanlar ise oluşan gürültüyü önlemek adına ciddi bir şiddete başvurmaya başlarlar.
Okurken bir an durup, düşündüm. Aslında gerçek olmamasına rağmen, sadece gerçekmiş gibi gösterilen bir ortama, bu kadar kısa bir sürede adapte olan ve verilen sadece bir rol olmasına karşın, kendilerini bu rollere, çok fazla kaptıran bu insanları ve gerçek hayatta aldığımız rolleri karşılaştırdım ister istemez.
İçimizde barındırdığımız o kadar fazla ve birbirinden farklı benliğimiz var ki, bu ancak değişen ortam ve koşullarda ortaya çıkabiliyor çoğunlukla. Çoğu insan, değişen benliğine karşın, kontrolü ele alamadığı için de, gün içerisinde birçok problem ile karşılaşması kaçınılmaz oluyor maalesef ki.